Kaygı bozukluğu ve kronik hastalıklar

A+
A-

Hayatta her zaman her şey yolunda gitmez. Bu nedenle bazen kaygılanmak doğaldır. Oysa yoğun, tekrarlayan ve uzun süren kaygı bir sağlık sorunudur. Bu sorunun adı kaygı bozukluğudur.

Kaygı bozukluğunun nedenleri tam olarak bilinmiyor. Beynin bazı bölümlerinin aşırı uyarılması, beyindeki sinir iletiminde dengesizlik, genetik, kişilik yapısı, travmalar, kronik ağrı, madde bağımlılığı olası etkenlerdir.

Kaygı bozukluğu ve depresyonu olan kişilerde kalp damar hastalıkları ve metabolik bozukluk riskinin arttığı çok iyi bilinen bir gerçektir. Depresyon ile kronik mikropsuz iltihap arasındaki bağlantıya dair pek çok kanıt var. Acaba çok yaygın bir sağlık sorunu olan kaygı bozukluğu da diğer pek çok kronik hastalık gibi kronik mikropsuz iltihap ile bağlantılı olabilir mi? Yani kaygı bozukluğu tıpkı diyabet, kanser, romatolojik hastalıklar, kalp damar hastalıkları, Alzheimer gibi laboratuvar çalışmalarının konusu olabilecek türden bir hastalık mıdır? 16 Mart 2021’de Medical News Today’de Tim Newman tarafından kaleme alınan bir makalede bu sorunun cevabını araştıran çalışmalara yer verilmiş.

Bilim insanlarının bu konudaki çalışmaları hakkında bilgi sunmadan önce kronik mikropsuz iltihabın ne olduğunu kısaca özetlesem iyi olacak. İltihap (tıbbi tanımlama ile inflamasyon) hastalık yapıcı maddelerden vücudu koruyan doğal ve yararlı bir tepkidir. Böyle olsa da uzayan, bir türlü bitmek bilmeyen ve gereğinden daha şiddetli olan iltihap korumak şöyle dursun, hücrelere ve dolayısıyla dokulara zarar verebilir. Bu olayı bir binadaki küçük bir yangını söndürmek için gelen itfaiye aracının yüz litre su ile sönecek yangına, yanlış yönlendirme sonucunda tonlarca su ile müdahale edip hem o binayı, hem de çevresini harap etmesi şeklinde hayal edebiliriz.

Cevabı aranan soru şudur:  

Kronik inflamasyon beyinde de zarar oluşturabilir mi, zihinsel fonksiyonları olumsuz şekilde etkileyebilir mi?

Bilim insanları bu konuda 853 kişinin dahil edildiği bir araştırma yaparken CRP, IL-6 ve TNF-Alfa isimli inflamasyon belirteçlerine odaklanmışlar.

Çalışmaya katılanlar 40 maddeden oluşan bir ankete tabi tutularak, hem o sırada hem de genel olarak kaygılı olup olmadıkları ve kaygı hissediyorlarsa bunun düzeyi belirlenmiş. Kaygı düzeyi yüksek bulunan erkelerde CRP, IL-6 ve TNF- Alfa düzeyleri; kaygı düzeyi yüksek bulunan kadınlarda ise CRP ve IL-I6 düzeyleri yüksek bulunmuş.

Bir başka küçük çalışmada travma sonrası gelişen kaygı bozukluğu olan 14 kişi ile bu bakımdan bir sorunu olmayan 14 kişinin inflamasyon belirteçleri arasında da fark bulunmuş.

Diyabetli kadınlarda yapılan bir başka çalışmada korkuya bağlı kaygı bozukluğu da varsa inflamasyon belirteçlerinin ve leptin düzeylerinin yükseldiği görülmüş. Yağ dokusundan salgılanan Leptin hormonu beynin hipotalamus adı verilen bir bölgesine etki ederek beynimizden, ”Yeter artık doydun, bırak yemeyi!…” sinyali verilmesini sağlar. Bu sinyal aynı zamanda vücuda şu mesajı da vermiş olur: ”Senin yağ depoların yeterince doldu, daha fazla yiyip de yağ biriktirmeye çalışma, tam tersine enerji harca!..” Leptin hem iştahla ilgili bir hormondur, hem de kronik inflamasyon belirteçlerinden biridir.

Deneysel olarak inflamasyon oluşturulan kişilerde kaygı bozukluğunun arttığı görülmüş. IL-6 düzeyi en çok artan kişilerin en yüksek kaygı düzeyine ulaşan kişiler olduğu da fark edilmiş. Farelerde yapılan bir çalışmada da deneysel olarak sindirim sistemi inflamasyonu oluşturulduğunda farelerin sıkıntılı davranışlar sergilediği, probiyotik özellikteki bir bakteri ile bu davranışların düzeldiği görülmüş.

Çok yakın zamana kadar bağırsaklarımızdaki bakterilerin zihinsel sağlığımızı etkilediğini duymak çoğu insan için şaşırtıcı geliyordu. Oysa bağırsaklarda çok karmaşık sinir sistemi (enterik sinir sistemi) olduğu için artık bağırsaklara ikinci beyin de denmekte. Bağırsak bakterileri bu sinir sistemi sayesinde beyinle doğrudan iletişime geçmekte. Bu bilgilerden yola çıkarak probiyotik ve prebiyotiklerin depresyon ve kaygı bozukluğu üzerinde etkili olup olmadığı araştırılmış. 34 farklı çalışma topluca değerlendirildiğinde az da olsa bir etki olduğu anlaşılmış.

Kanser hastalarında yapılan ve 316.904 kişiyi kapsayan bir çalışmada ilginç sonuçlara ulaşılmış. Kanser tanısı konduktan sonra insanların çoğunda kaygı bozukluğu ortaya çıkar. Tanı konmadan evvel inflamasyon karşıtı bir ilaç, örneğin aspirin kullanmış olanlarda tanı konduktan sonra depresyon ve kaygı bozukluğu riskinde azalma olduğu belirlenmiş.

Bilim insanları ortaya çıkardıkları tüm verilere rağmen inflamasyon ile kaygı bozukluğu arasındaki bağlantının çok daha geniş bir şekilde araştırılması gerektiği kanısındalar.

Sözlerime son verirken hepinize kaygısız ve sağlıklı günler diliyorum.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Clicky