Fatih Sultan Mehmet han’ dan bir olay anlatarak başlayalim.
İstanbul’u fethettikten sonra askeri ve mülki erkana şöyle emir verir ” sokaktaki insanlara Tanrının soracağı soruları sormayın.Aç mısın,tok musun her hangi bir derdin sıkıntın yahut ihtiyacın var mı diye sorun.”
Yine aynı F.S.Mehmet Han’a saraydaki görevlere neden yakınlarını atamadığı sorulunca ” eğer lâyık olanlari değil de yakınlarımı atasaydım İstanbul’u alamadım diyor ”
Bu gün sokakta insanlara çıkar telefonunu demek ne kadar ayıp bir şey. Telefon denilen şey lüks değil ihtiyaç. Her yaştan insanın elinde bulunan bir alet zenginlik ölçüsü olamaz .
F.S.Mehmet’in torunu olmakla övünen dostlar ne dersiniz insanlara hangisini sormalıyız?
Bakiniz aşağıya aldığım şu alıntıya ne dersiniz?
Hz.Ömer r.a’ha atfedilen bir rivayet şöyledir
“Kişinin , orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, h. no: 8435)
“Kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Fakat güvenilir olmayanın dini de olmaz.” (a.g.e., h. no: 8436)
Hikaye odur ki Afrika ülkelerinin birinde çok dindarlığı ile bilinen bir aile varmiş.Mutlu mesut yaşarlarmış.Bir gün adam işten eve döndüğünde karısını iki gözü iki çeşme ağlarken bulmuş. Doğal olarak sormuş eşine neden ağlıyorsun,seni böyle üzen şey nedir ?
Kadın :efendi evimizin önündeki şu ağaç var ya ,ona kuşlar gelip konuyor,bazan ev hali beni başı açık görüyorlar.Acaba günah mı işliyorum diye ona üzülüyorum demiş.
Adam:kendi kendine madem eşim bu ağaç yüzünden üzülüyor öyleyse ertesi gün baltayı alıp ağacı kökten keseyim deyip kesmiş.
Gel zaman git zaman adam yine bir gün eve vakitsiz gelmiş.Bir de ne görsün eşiyle aşığı halvet halinde.Adam ceketini alıp çıkıp gitmiş.
Ülkenin başkentine yolu düşmüş.İnsanlarda acayip bir telaş var,meydan çok kalabalik.Bu telaş ve kalabaligin sebebi nedir diye sormuş.Sarayin hazinesi soyulmuş hırsızı arıyorlar denmiş.Kalabalığın içinde biri dikkatini çekmiş.Adam herkesin aksine ayak parmak uçlarına basarak yuruyormuş. Merakından sormuş bu parmak ucuyla yürüyen kimdir demiş.Etraftan ülkenin en önemli din bilginidir ve Şeyhülislamıdır demişler. Orda bulunanlara dönüp beni hükümdara götürün ben hırsızı buldum demiş.
Adamı hükümdarın karşısına çıkarmışlar. Hükümdar: söyle bakalım hırsızı bulduğunu iddia ediyormuşsun kimdir hırsız demiş?
Adam: ülkenin Şeyhülislamıdır demiş.
Hükümdar;:o olduğunu nasıl emin oldun demiş?
Adam:gördüm ki adam karıncaları ezmemek için parmak uçlarına basarak yürüyor.Bir insan kendini bu kadar takvalı göstererek başka günahlarını saklamaya çalışıyor. İkinci olarak ailesiyle başından geçenleri anlatarak bu kanaate vardığını söylüyor.
Şeyhülislam yakalanıp biraz sıkıştırırtırılınca itiraf ediyorum diyor.
Hükümdar bizim adamı ödüllendirmiş hikaye burda bitiyor.Gelelim kıssadan hisseye:
Bu hikayayi niçin anlattığıma gelince ;devletin adlî emanetinden altın , gümüş,silah mermi kıymetli ne varsa çalınıyor. Sosyal medyada suçluların ne kadar dindar olduğu anlatılıyor. Dolayısıyla ister istemez bu durum beni rahatsız etti.
Daha önceki yazılarımda da üzerinde önemle durduğum husus ;devlete ait her bir görev emanet hükmündedir ve emanet ehline liyakat sahibi birine verilmelidir. Çünkü emanet devletin namusudur.
Devletin büyüklük ölçülerinden biri de suçluya verdiği ceza ile kiyaslanir.Daha önce de defalarca örneğini gördüğümüz vurgun yapıp kapağı yurt dışına atanların yanına kâr kalmamalı. Yine söylüyorum devletin dini adalettir.
Kalın sağlıcakla