Değişen Bir Hayat Değil, Derinleşen Bir Kriz

Yayınlama: 24.12.2025
A+
A-

2026 için belirlenen yeni asgari ücret, resmi rakamlarla yaklaşık 28.000 TL civarında açıklandı. Ancak bu rakamın yalnızca nominal olarak yüksek görünmesi, reel hayatta ne anlama geldiğini saklıyor.

Veriler gösteriyor ki asgari ücret, ne insanca yaşamaya, ne açlık sınırını ne de yoksulluk sınırını karşılayabiliyor.

Bu durum maalessef ekonomik eşitsizliği derinleştiren yapısal bir sorundur.

Türk-İş’in hesaplamalarına göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 28–30 bin TL civarındayken, yoksulluk sınırı 90 bin TL’ye yakın seyrediyor. Buna karşılık asgari ücret yaklaşık 28 bin TL olarak belirleniyor, yani temel beslenme maliyetini bile karşılamıyor.

Bir aile en temel gıda, barınma, ulaşım ve sağlık harcamalarını bile asal olarak karşılayamazken, asgari ücret bu zorunlu ihtiyaçların çok altında kalıyor.

Bu fark yalnızca bugünün sorunu değil.

Geçmişte de asgari ücret açlık sınırının altında seyretmiş, yoksulluk sınırından ise büyük ölçüde uzak kalmış durumda. Örneğin 2025’te asgari ücret, açlık sınırının altında kalmış ve yoksulluk sınırının ancak dörtte biri civarını karşılamıştı.

Bu durum, ücretlerin reel olarak eridiğini ve çalışanların yaşam maliyetlerine yetişemediğini gözler önüne seriyor.

Bir diğer kritik konu ise ücret dağılımı ve sosyal eşitsizlik…

Türkiye’de asgari ücretli oranı tüm ücretliler içinde yüksek kalırken, Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran genellikle çok daha düşük — çoğunlukla yüzde 2–10 aralığında. Bu, Türkiye’de ücret yapısının alt segmentinin ne kadar büyük olduğunu ve gelir eşitsizliğinin derin olduğunu ortaya koyuyor.

Ayrıca, bağımsız raporlara göre ortalama ücret ile asgari ücret arasındaki fark azaldı; başka bir deyişle düşük ücretli ile ortalama ücretli arasındaki uçurum kapanmadı, tersine toplumun büyük bir kesimi düşük ücret bandında sıkışıp kaldı. Bu durum, sınıfsal farkları yok etmiyor — tam tersine kısmi bir orta sınıf illüzyonu yaratarak eşitsizliği normalleştiriyor.

Enflasyonun yüksek seyrettiği bir ekonomik ortamda ücret artışları da reel olarak tüketici fiyatlarına göre düzenlenmeli. Ne var ki 2025’te yaşanan örnekte, yıl içinde asgari ücrette yapılan artış enflasyonun çok altında kaldı; asgari ücretlinin reel kaybı artarak sürdü. Bu reel gelir erimesi, çalışanların alım gücünü daha da düşürdü.

Bu reel kayıp sadece rakamlardan ibaret değil. Artan kira, temel gıda fiyatları, ulaşım ve eğitim gibi zorunlu harcamalar, asgari ücretli aileleri giderek “hayatta kalma moduna” itiyor.

Bu, sadece bireysel bir hayal kırıklığı değil, toplumsal bir kırılmadır.

Asgari ücretin açlık ve yoksulluk sınırının altında kalması, çalışmanın yoksullukla eşleştiğini gösteriyor; bu, modern bir toplumda kabul edilemez.

Bir ekonomi politikası, çalışanların temel ihtiyaçlarını karşılamak ve sosyal uyumu korumak zorundadır sadece istatistiksel büyüme hedeflemek değil.

Etkili bir asgari ücret politikası, bağımsız kurumların gerçek yaşam maliyetine dayalı belirlemeleriyle, toplumsal katılımın sağlanmasıyla ve ücret politikalarının enflasyon ile mücadelesiyle mümkün olur. Sadece nominal artışlarla yaşam koşullarını iyileştirmek mümkün değil.

2026 asgari ücreti, pek çok çalışan için kısa vadeli bir “müjde” olarak sunulsa da, reel maliyetler ve sosyal gerçeklik verileri bu artışın yaşamı iyileştirmekten çok yoksulluğu normalleştirdiğini ve sınıfsal eşitsizliği derinleştirdiğini gösteriyor.

Çalışmanın emeğe değdiği bir toplum için bu dengesizliklerin giderilmesi şarttır.

SAYGI ve SEVGİ İLE.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.