İlk olarak tüm İslam âleminin Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, mutluluk ve sağlık dilerim.
Türkiye’nin siyasi gündeminde tartışmalara yol açan önemli gelişmelerden biri, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın uzun süredir devam eden tutukluluk halidir. Özdağ, Ocak 2025’te “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddialarıyla tutuklanmış, ancak aradan geçen aylara rağmen hâlâ kesin bir iddianameyle yargı önüne çıkarılmamıştır. Bu durum, hukuk devleti ilkeleri ve adalet sisteminin işleyişi açısından ciddi soruları beraberinde getiriyor.
Hukuk Devletinde Tutukluluk: Delil mi, Ceza mı?
Türk Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama, ancak “şüpheyi destekleyen somut deliller” ve “kaçma veya delilleri yok etme riski” gibi gerekçelerle mümkündür. Ancak Özdağ’ın tutukluluğunun bu kadar uzun sürmesi, buna karşın iddianamenin hâlâ tamamlanmamış olması, hukuki sürecin işletilmediğini göstermektedir.
Bir siyasi figürün, yargılanmadan aylarca cezaevinde tutulması, hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmıyor. Eğer somut bir delil yoksa, tutukluluğun devam etmesi keyfî bir uygulama olarak görülecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de benzer durumlarda, tutukluluğun “makul süreyi” aşmasını insan hakları ihlali olarak değerlendirmiştir.
Siyasi Operasyon Şüpheleri
Özdağ’ın tutuklanmasının ardından, bu kararın muhalefeti susturma amacı taşıdığı iddiaları güçlenmiştir. Özellikle göçmen politikaları ve iktidar eleştirileriyle öne çıkan bir ismin, ifade özgürlüğü kapsamındaki sözlerinden dolayı cezaevine konulması, demokratik standartlar açısından ciddi olarak tartışmalıdır.
Muhalefet partileri, bu süreci “siyasi bir operasyon” olarak nitelendirirken, uluslararası insan hakları örgütleri de Türkiye’deki ifade özgürlüğüne dair endişelerini dile getiriyor. Eğer tutukluluk, bir siyasi figürü etkisiz hale getirmek için kullanılıyorsa, bu durum demokrasinin temel ilkelerine kökten aykırıdır.
Adaletin Gecikmesi, Adaletin İnkârıdır
Ümit Özdağ’ın davasında iddianamenin hazırlanmasındaki gecikme, adaletin tecelli etmesini engellemektedir. Bir yandan tutukluluk sürerken, diğer yandan davanın ilerlememesi, hukukun araçsallaştırıldığı gözler önüne sermektedir.
Türkiye’nin demokratik geleceği için, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı herkes için eşit şekilde uygulanmalıdır. Özdağ’ın durumu, sadece bir siyasetçinin değil, Türk adalet sisteminin sınavıdır. Eğer suçlanıyorsa, en kısa sürede yargı önüne çıkarılmalı; aksi halde, tutukluluğu derhal sonlandırılmalıdır.
Ne olursa olsun Adalet, Siyasetin Gölgesinde Kalmamalı ve unutulmamalıdır ki herkes bir gün adalete ihtiyaç duyacaktır.
Ümit Özdağ’ın tutukluluğu, hukukun siyasi çıkarlara kurban edildiğini açık bir şekilde göstermektedir. Bir ülkede demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için, muhalif sesler susturulmamalı, yargı süreçleri şeffaf ve tarafsız işlemelidir.
Umarım ki, Türkiye’nin adalet mekanizması bu sınavı verir ve Özdağ’ın tutukluluğu, hukukun evrensel ilkeleri doğrultusunda sonuçlanır. Aksi halde, bu süreç yalnızca bir siyasetçinin değil, Türk demokrasisinin de kaybı olacaktır.