Rusya Devlet Başkanı Putin’in Rus ordularını Ukrayna sınırlarına doğru sürmesi ile birlikte, üçüncü dünya savaşı resmen başlama noktasına gelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde, çeyrek yüzyıllık bir küresel emperyalizm dönemi başlatılmış ama artan dünya nüfusunun ortaya çıkardığı dev ülkeler ve devletlerin her açıdan uluslararası alanda devreye girmeleriyle birlikte, küresel bir emperyalist düzenin ortaya çıkması önlenmiştir. Global bir hegemonya ile tek bir dünya devleti ortaya çıkarmaya çaba gösteren batı emperyalizminin, bu girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Böylesine bir siyasal gelişmeyi beklenmedik biçimde gündeme getiren büyük dünya devletleri küresel saldırganlıkları önlediği aşamada da, yeni dünya düzeni çok kutuplu bir yapılanma içinde öne çıkmıştır. Bir tarafta batı dünyasının emperyalist büyük devletleri dururken diğer yandan da doğu dünyasının önde gelen büyük devletleri küresel hegemonya yarışına kalkışarak,dünyanın patronluğunu ele geçirmek üzere öne çıkmışlardır. ABD’nin içinde sürekli devam eden Siyonistler ile Anglo- Saksonların kavgaları tek bir dünya devleti oluşumunu önlerken, Almanya, Rusya, Çin, İran Hindistan, Avustralya, Brezilya, Arjantin, Nijerya ve Güney Afrika gibi alanı geniş ve nüfusu fazla olan ondan fazla ülke, çok kutuplu dünya yarışında ortaya çıkarak, ABD, Büyük Britanya ile Büyük İsrail arasında sürüp giden dünya egemenliği kavgasında yeni kutup merkezleri ya da hegemonya adayları olarak öne çıkmaktadırlar. Sosyalist blokun dağılması sonrasında yaşanan çekişmeler yüzünden tek bir dünya devleti kurulamazken, yeni dönemde yukarıda isimleri sayılan ülkeler ve devletler arasında sert bir çekişme dönemine girilecek gibi bir kaotik durum, yavaş yavaş gözler önüne çıkmaktadır. Dünyanın hazırlıksız yakalandığı böylesine bunalımlı bir durum, içinde yeryüzünde geçmişten gelen bütün düzenlerin ağır ağır çözülme aşamasına geleceğini de açıkça göstermektedir. Uluslararası ilişkiler ve devletler arası yoğun temasları, böylesine bir yeni dönemin göstergesi olarak emperyal merkezler savaşa doğru yönlendirilmektedir.
Rusya’nın harekete geçmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni durumda, Avrupa ve Asya kıtalarının kuzey bölgesinde yeni bir dönemin önü açılmış ve bu doğrultuda Rus uçakları ile ordusu uzun yıllar birlikte yaşadığı Ukrayna sınırlarını geçerek, dünyanın en geniş topraklarına sahip olan ülkelerin başında gelen bir ülkeyi işgal ederek kuşatmışlardır. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının yürütüldüğü Kuzey ve Doğu Avrupa toprakları üzerindeki Rus ordusu,tıpkı cihan savaşları sırasındaki gibi saldırı ve işgal hareketlerini birbiri ardı sıra gündeme getirerek tırmandırdıkça, Üçüncü Dünya Savaşı yorumları ve tartışmaları uluslararası kamuoyunu işgal etmeye başlamıştır. Orta ve Doğu Avrupa bölgelerinin önde gelen büyük ülkesi olarak Almanya dünya savaşları sırasında hedef ülke haline gelerek geleceğe dönük olarak kullanılmaya başlandığı bu sırada, bölgelerdeki sıcak çekişme ve çatışmalar açıktan bir savaş sürecine dönüşmüşlerdir. Batı emperyalizminin dünyanın merkezi alanına yönelik askeri girişimleri orta ve doğu Avrupa ülkelerini savaş alanına dönüştürmüş ve Atlantik güçleri olan Birleşik Amerika ile Birleşik Krallık yönetimlerinin geçmişten gelen siyasal birikimlerinin yeni deney sahası olarak Avrupa kıtasının kuzey ve doğu bölgelerinin kullanıldığı ve çeşitli senaryoların uygulanma alanına aktarılması gibi,yeni bir durumun gündeme gelmesine elverişli ortamlar yaratılmıştır. Tam bu aşamada geçmişten gelen iki dünya savaşında yaşanan olaylar ve siyasal gelişmeler incelendiği zaman, bugün de her iki cihan savaşına benzer oluşumlar çerçevesinde, çeşitli savaş oyunlarının ya da siyasal senaryoların gene eskisi gibi batı dünyasından doğu bölgesine dönük biçimde öne çıkarılmaya çalışıldığı görülmektedir. Orta ve doğu Avrupa’da dağınık bir biçimde yaşayan ve üç yüzden fazla yerleşim bölgesinde, parçalı bir biçimde yaşamakta olan Alman toplulukları önce bir siyasi rüzgar daha sonra da savaş fırtınaları ile büyük bir cihan savaşına yönlendirilirken, politikanın ve savaş oyunlarının her türlü hile, komplo ve askeri manevraların uygulama alanına getirildiği görülmüştür.
Yüz yıllar öncesinden başlayarak bugünlere kadar gelen siyasal dünya konjonktürü, Atlantik güçlerinin Avrupa ve Asya toprakları gibi dünyanın merkezi alanını ele geçirme aşamasına gelmesiyle birlikte, önce Avrupa ve daha sonra da Asya toprakları üzerinde Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin çekişmelere sürüklenmesiyle birlikte, Avrupa’nın ortalarında yer alan Almanya iki kez dünya savaşına sürüklenerek önce yıkılmış ve daha sonrada yok edilerek dünya haritası üzerinden silinmek istenmiştir. Okyanusları ele geçiren İngiliz emperyalizmi önce orta ve doğu Avrupa bölgelerinde hegemonya kurmaya çalışırken, Akdeniz ve Baltık denizi gibi su yollarından merkezi alanlara girmiş ama birinci cihan savaşı yeni bir düzen kurmak için yetersiz kalınca, bu kez savaş Avrupa kıtasını geride bırakarak Asya topraklarına sıçramıştır. Tam bu aşamada Sovyet devriminin gerçekleştirilmesi ile Alman emperyalizminin önü kesilmiş ve sosyalist sistemin kurulmasıyla birlikte bütün Rusya ve Osmanlı toprakları savaş alanına dönüşmüştür. Osmanlı devletinin parçalanması ve Rusya’da rejim değişikliği dünya dengelerini köklü bir biçimde sarsmıştır. Dünyayı beş yüz yıl yöneten Avrupa emperyalizmi zamanla dünya yönetiminde etkinliğini kaybederken, orta Avrupa’nın büyük devleti olarak Almanya hiçbir biçimde emperyalizme kayamamış ve Atlantik güçleri merkezi alana girdikçe, Avrupa kıtasının dışında hegemonya alanları yaratarak Kuzey Afrika bölgesinde, Etiyopya gibi kendisine bağımlı yeni sömürge ülkeleri kurmağa çalışmıştır. İki Avrupalı güç olarak İngiltere ve Fransa Afrika kıtasının kuzey bölgesini işgal ederken, 1826 yılında Osmanlı topraklarına gelerek,Amerikan emperyalizminin uzantısı olarak bölgenin özel yerlerine yerleşen ABD okulları ve askeri tesisleri gizli bir düzen içerisinde,merkezi coğrafyanın her bölgesine yayılarak, Birinci ve İkinci dünya savaşlarının cephelerini oluşturmuşlardır. Okyanuslardaki hegemonya savaşları, merkezi dünya toprakları ortaya çıktıkça yeryüzü kıtaları üzerinde yayılmaya başlamıştır.
Bütün dünyayı işgal eden İngiliz ve Fransız emperyalizmleri Atlantik bölgesi ortakları olarak hem orta hem de doğu Avrupa bölgelerine dayanışma içinde girerlerken, orta Avrupa ülkesi olarak Almanya savaşı kaybederek, ciddi bir çöküş süreci içine giriyordu. Almanya tarımın ötesine giderek dünyanın önde gelen sanayi ülkesi konumuna gelirken, Avrupa’nın ortalarına sıkışıp kalmak istemiyor aksine diğer emperyalist Atlantik ülkeleri gibi dünya denizlerine açılarak, en üst düzeyde sömürgecilik uygulamalarını İngiltere ve Fransa gibi ülkelere karşı ilerletmek istiyordu. Osmanlı yönetimi zamanla Doğu Avrupa topraklarını batılı ülkelerinin provokasyonları ile terk etmek zorunda kalınca, Almanya bir doğu Avrupa ülkesi olarak İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerine karşı, Balkan savaşları ile birlikte Çanakkale savaşında da Alman generaller ve subaylar, Osmanlı ordusunun yönetimini üstlenerek merkezi alanda ki dünya devletinin çöküşünü erteliyorlardı.Osmanlı devleti savaşta yenilince, İngiliz Fransız ve İtalyan orduları Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere, ülkenin her tarafına girerek Türk yönetimi açısından geçerli olan hegemonya düzenine son veriyorlardı. Almanya birinci savaş sonrasında çökertildiği için bir an önce toparlanarak, dünyanın önde gelen sanayi gücü olarak öne çıkmak ve savaş alanında kaybettiği güç potansiyeline, ekonomik gelişme projeleriyle ulaşabilmek için yeni stratejiler geliştiriyordu. Avrupa tarihinde iki bin yıllık bir süre içinde Hristıyanlık, bir tek tanrılı din olarak Vatikan yapılanması üzerinden tüm Avrupa ülkelerini ele geçirirken, dünya ekonomisinin çatısı konumundaki bu kıtada bir Yahudi devleti kurulmasına izin verilmiyordu. Birinci Dünya Savaşını kazanan İngiliz başbakanı Churchil Edirneli bir Yahudi aileden gelmesine rağmen, Avrupa toprakları üzerinde bir Yahudi devletinin kurulmasına karşı çıkıyor ve bu nedenle de İngiltere’de etkili olan Yahudi lobisinin baskılarıyla savaş sonrası genel seçimleri kaybederek geri çekilmek zorunda kalıyordu. Birinci dünya savaşı ile birlikte imparatorluklar parçalanarak ulus devletlere giden yol açılırken, bir imparatorluk kadar geniş topraklarda yaygın olan Alman topluluklarının geleceği tartışma konusu oluyor ve bu aşamada büyük sanayisi ile Almanya bir durgunluğa sürüklenirken, Avusturya gibi çok uluslu bir ülkedeki Yahudi sermayesinin İngiltere, Fransa ve ABD tarafından desteklenerek, kısa zaman içinde dünyanın en zengin ülkesi ve bu konumu ile de patronu haline getirilmesine karşı, bütün Almanya ülkesi ve milletiyle birlikte,Alman toplumunun ulusal refleksleri tepki gösteriyordu.
İkinci dünya savaşının uyduruk kahramanı Adolf Hitler Siyonistler tarafından Nazizm görevine hazırlanırken, bütün dünya ülkeleri yarım kalan savaşın bitmemesini hayretle izliyordu. Bu aşamada Atlantik ülkelerinin Siyonistler tarafından yönetilmesi yüzünden Almanya, Rusya ve Osmanlı gibi merkezi alan devletlerinin çökertilerek Atlantikçi emperyalistlerin ve Siyonistlerin desteklediği batı Avrupa ülkelerinin öne çıkarılması, merkezi alanda yeni bir dönemin önünü açıyordu. Bu aşamada iki bin yıldır Avrupa kıtası üzerinde kurulamayan Yahudi devletinin, Kutsal topraklar adı verilen orta dünya bölgesinde kurulması gündeme gelirken, bir büyük dünya savaşının hemen sonrasında böylesine büyük bir yeni yapılanmanın, bölge ülkeleri açısından katlanılamayacak ağır bir yük olarak görülebileceği ve bu yüzden ciddi tepkilerle karşı karşıya gelineceği görülünce, bu tepkilerin bir araya getirilmesiyle oluşabilecek yeni toplumsal ortam da Nazizm adı verilen yeni bir ideolojinin Siyonizm adı verilen eski bir ideolojinin birikimleri üzerinden geliştirilebileceği ve bu doğrultuda Alman toplumu ile devletinin birlikte kullanılarak, İkinci Dünya Savaşı senaryolarıyla İsrail’e giden yolun açılabileceğini düşünmeye başlayan bazı Siyonist merkezler, fazla zaman yitirmeden sonunda İsrail’in kurulabileceği bir ortama kavuşturulacak olan orta dünya bölgesindeki gelişmeleri, birbiri ardı sıra dünya gündeminin önüne getiriyorlardı. Bu doğrultuda atılan adımlar Birinci dünya savaşı sürecini ikinci bir dünya savaşına taşıyarak imparatorlukların egemen olduğu orta alanda, önce Türkiye daha sonra da İsrail devletleri yeni ulus devletler olarak Avrupa dışı bir bölge olan Orta Doğu’da dünya sahnesine çıkıyorlardı. Avrupa kıtasında başlayan dünya savaşları sürecinin, birinci savaştan ikinci savaşa götürülmesi için yeni bir senaryoya ihtiyaç duyuluyordu. Normal koşullarda olağan bir senaryo ile karşılanamayacak bu gereksinmenin, akıl ve gerçek dışı unsurların da içinde bulunacağı ve siyasal alandaki zorunlulukları bugünlere taşıyarak bir komplo yapısında çözümler getirmesi gerekiyordu.
Ulus devletler çağında Siyonistlerin ayakta kalabilmesi ancak bir Yahudi devletinin Avrupa dışı topraklarda kurulabilmesi ile mümkün olabiliyordu. Tarihin ilk dönemlerinden bu yana yaşanan dönemler birbiri ardı sıra izlendiğinde Siyonistlerin her dönemde ön planda oldukları ve kendi çıkarları ya da planları doğrultusunda hareket ederek, perde arkasından dünyadaki siyasal gelişmeleri yönlendirdikleri görülüyordu. Ekonomi üzerinden dünyayı yöneten ticaret burjuvazisi her dönemde olayları izleyerek, bunları kendi çıkarları çizgisinde yönlendirmeye kalkıyorlardı.Böylesine bir genel tutumu izleyen ticaret burjuvazisi, kapitalist sistem içindeki sermayeyi yönlendirme amacıyla birinci savaş sonrası aşamada, bu paylaşım savaşının sonuca bağlanması ve ulus devletlerin kuruluşu sonrasında, İsrail’in bir Yahudi devleti olarak kutsal topraklarda ortaya çıkması üzerine, İlluminati isimli gizli örgütün üçüncü dünya savaşı senaryosunun devreye girmesi bekleniyordu. Ne var ki, orta dünyada böylesine bir Yahudi devletinin küçük bir devlet olarak kurulması sorunu çözemiyor ve bu nedenle de buralarda bulunan küçük devletlerin teröre yönlendirilmesiyle, sonunda İslam dünyasının tam ortasında bir Musevi devletinden dünyayı kurtaracak bir üçüncü dünya savaşına gereksinme duyuluyordu. İşte bu hedef çizgisinde önce ikinci ve daha sonra da üçüncü dünya savaşları çıkartılarak merkezi alandaki dünya barışı bozulacaktı. Aslında Birinci dünya savaşı sonrasında Almanya’nın yaşadığı ekonomik çöküntü yirminci yüzyılın ortalarında ikinci dünya savaşı için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu konuda Hitler’in ”Kavgam” isimli kitabı incelendiğinde Yahudi iş adamlarının üstün bir sınıf oluşturduğu ve bu durum üzerinden batı sömürgeciliğini doğu Avrupa ile Asya bölgelerine getirerek eşitsizlik koşulları altında sermayenin patronluk düzeni kuruluyordu. Siyonistler dünya sermayesinin sahibi olarak kendi kontrolları altında bir yeni düzene yönelirken, ikinci dünya savaşını yaratabilecek düzeyde komploları, kışkırtıcı bir üslup içinde dünya basınına ve medyasına taşıyorlardı. İşte böyle bir ortamda, Adolf Hitler gibi görevlendirilmiş bir deli Avusturya’dan getirtilerek Almanya için devşiriliyordu. Almanya’da Hitler gibi bir Siyonist senaryoya uygun akılsız birisi bulunamadığı için Viyana meyhanelerinde her gece kafa çeken bir üçüncü sınıf ressam, geleceğin “Führeri” ya da önderi olarak bir eğitim döneminden geçiriliyordu. Sahne sanatları konusunda yetiştirilen yeni önder bozuntusu, savaşın hem öncüsü hem de yöneticisi oluyordu.
Dünya tarihi incelendiği zaman bugünkü İsrail devletinin gerçek kurucusunun Thedor Hertz, Golda Mayer ya da Menahem Begin gibi siyaset adamları değil, ama Adolf Hitler gibi sonradan olma bir sahte komutan ve Siyonistler tarafından gerçek amaç olan İsrail’in kuruluşunun önderliği için özel olarak yetiştirilen maceracı bir sokak serserisi olduğu görülmektedir. Hiçbir biçimde akıl sahibi siyaset adamlarının ya da askeri komutanların veremeyeceği saçma sapan kararları alarak, durduk yerde dünya savaşı çıkarma potansiyeline sahip olan bu Avusturyalı göçmen kimliğindeki bir serserinin maceraları yüzünden,dünyanın en kanlı savaşı çıkartılmış ve savaşın sonuçları kullanılarak Siyonizmin ana hedefi olan İsrail devleti kurulmuş ve Yahudi devletinin kurulması için iki büyük dünya savaşı komplolar aracılığı çıkartılmıştır. Böylece iki cihan savaşı sonrasında Siyonizm kendi devletini kurma şansını elde etmiştir. Ne var ki, devletin kurulması ile mesele bitmemiş asıl sorun kuruluş sonrası dönemde kendini göstermiştir. Yeni devletin iki dünya savaşı sonrasında kuruluşundan sonra, devletin yoluna devam etmesi yani devamlılığının sağlanması gerekmektedir. Bunun için de üçüncü bir dünya savaşı çıkartılarak,küçük devlete komşu olan bütün büyük devletlerin parçalanması isteniyordu. Bir anlamda İngilizlerin Yirminci yüzyılın başlarında öne sürdüğü Sevr haritası ve projesinin devamı olacak ve bu çizgide merkezi coğrafyayı parçalanmış bir çöküş ortamına doğru sürükleyerek, merkezi alanda İsrail’den daha büyük bir devlet bırakmayarak Sevr planı doğrultusunda İsrail’in güvenliği sağlanacaktır. Ayrıca Kudüs kenti kutsal bir yerleşim merkezi olarak Büyük İsrail’in merkezi olarak benimsenirken,İsrail devleti üzerinden Kudüs önce İsrail’in sonra Orta Doğu’nun daha sonra da Büyük İsrail Federasyonu kurulduğu zaman da dünyanın başkenti olacaktır. Siyonist planlar Museviler için bir hegemonya düzeni öngörürlerken, geleceğin dünyası için hayal olan bir düzeni dile getirerek olmayacak işleri öne çıkarmaktadırlar. İkinci Dünya Savaşına giden yolda Siyonistler in yetiştirdiği bir kukla olan Hitler figürünü iyi anlamak ve incelemek gerekmektedir. Kendisine verilen dersler ile aldığı eğitimin gereği olan her türlü rolü iyi başaran Hitler, geleceğin dünyası için Siyonistlerin bütün isteklerini yerine getirerek, Siyonist İsrail devletinin kurulmasını sağlamıştır.
Almanya’da olamayacak kadar olumsuz bir lider bozuntusu olarak Hitler, egemen güçler adına dünya olaylarını yönlendirerek geleceğin dünyasında belirleyici olurken, Avusturya’daki Yahudi hegemonyasını açıkça ortaya koyarak, mazlum millet konumundaki Alman asıllı halk topluluklarına sahip çıkarak açıktan Alman milliyetçiliği yapmıştır. Savaş koşullarında diğerlerine oranla daha sert bir çizgide aşırı milliyetçilik çizgisinde bir Nazizm ideolojisini gündeme getirerek savunabilmiştir. İşte buna benzeyen bazı çelişkili durumlar karşısında Hitler, Avusturya Yahudilerini dayanak noktası yaparak Alman dünyasının kurtarıcı babası rolüne soyunmuştur. Vatansever milliyetçi aydınların ya da saldırı, komplo ve siyasal saldırıları karşısında sıkışan bütün ulus devletlerin gösterdikleri direnişler ve yürüttükleri mücadeleler, zaman içerisinde Alman toplumu içinde etki ve yansımalara neden olabilmiştir.Bir anlamda ikinci dünya savaşının ortaya çıkmasına yol açan gelişmelerin arkasında Alman milliyetçi refleksinin bulunduğu açıkça görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında çökmüş olan Alman devleti hiçbir güçlü bir ortam bulunmamasına rağmen, Siyonizmin tezgahladığı gibi bir yeni dünya savaşını Nazizmin ana çizgisi olarak görmüş ve son derece olumsuz koşullarda olmasına rağmen, Rusya’ya karşı savaş açarak ikinci dünya savaşını başlatması, normal koşullardaki bir devlet yöneticisi ya da Alman milliyetçisi toplum kesimlerinden gelebilecek bir tutum ya da davranış biçimi değildir. Aslında böylesine bir olumsuz durumu ortaya çıkaran nedenler topluca ele alınarak tartışıldığı zaman, Siyonistlerin oyununa gelen bir Almanya’nın yüzyılların sorunu olan Siyonistlerin oyununa kurban gittiği söylenmektedir. Almanlar kendi sanayilerine ve ordularına dayanarak bütün Avrupa kıtasında üç yüzden fazla yerleşim yerine dağılmış Alman topluluklarını tek bir çatı altında toplarken, Siyonist komploların etkisi altında kalarak haksız savaşın karşı cephesini oluşturacak Alman milleti, kendi ülkesine tam olarak sahip çıkamamıştır. Sanayi gücünü askeri güce dönüştüremeyen Almanlar ekonomik güçlerini savaş alanında kullanamazken,Siyonist savaş senaryolarının istemeden karşı tarafını temsil ederek, dünya savaşı yaratan çok olumsuz bir konuma sürüklenmişlerdir.
Nazizmin Siyonizm tarafından yaratıldığı yönündeki iddialar tarihsel konjonktür içinde ele alındığı zaman, olayların birbirini doğrulamasıyla durum daha doğru bir çizgide anlaşılabilmektedir. Alman milleti tarihin bir aşamasında çok dağınık bir biçimde yaşayan Alman asıllı toplulukları daha sonraki aşamada bir Alman ulus devleti kurulması olgusu öne çıkınca, bu gereksinme doğrultusunda Prusya devletinden uzaklaşarak Almanya devletini Deutschland adı altında yeniden kurabilmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında iki dünya savaşı peş peşe gündeme gelirken,orta Avrupa’da yaşayan Alman toplulukları Alman ordusunun büyük gücü altında toplanarak,Rus tehlikesinden kurtulabilmek çizgisinde direnç hareketleri geliştirmişlerdir. Alman devleti Alman topluluklarını toparlayabilmek çizgisinde hareket ederken, Avrupa’nın orta ve doğu bölgelerinde büyük bir devlet arayışlarının gündeme geldiği görülmektedir. Dünya savaşları sırasında Hitler ve ailesine karşı olumsuz tutumlarını sürdüren Alman asıllı bazı kişiler, son dönemlerde dünyayı yıllarca uğraştıran bu adamın hem anne hem de baba tarafından Yahudi asıllı olduğunu ortaya koyan bazı belgeleri gündeme getirmişlerdir. Gerçek kimliğini devletinden ve milletinden saklayan bu savaş oyuncusu, güç merkezlerinin özellikle de Siyonistlerin etkisi altında hareket edebilmiş ve böylece içine girdiği bütün oyun sahnelerinde kendisine düşen rollerini aksatmadan yerine getirmiştir. Dünyayı yöneten imparatorlukların içinde her zaman var olarak yaşamlarını ekonomik sektör içinde geliştirmeye çalışan Yahudiler, geleceğin dünyası için yeni senaryo ve planları gündeme getirirlerken İngiltere ile İsrail arasında kalmaktadırlar. İngiltere dünya devletinin kurucusu olarak İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkarken, bugün gelinen aşamada İsrail de kendisinin merkezinde yer alacağı bir büyük İsrail devletinin kurulmasına çaba gösterirken, İngiltere ile olan ilişkilerin yeniden düzenlendiğini ileri sürmektedir. Avrupa Birliği çatısı altında yapılan her referandum oylamasından İskoçlar için gündeme getirilen özerklik konusu yavaş yavaş Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanırken var olan Avrupa ulus devletlerinin çok zor durumda oldukları göze çarpmaktadır. Önümüzdeki aylarda İskoçya ile birlikte hareket edecek bir İsrail desteği, İskoçya’yı bağımsızlaştırarak Britanya imparatorluğunun yıkılmasına neden olabilir.
Geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan milliyetçilik cereyanları idealist topluluklar tarafından taklit edilerek bugüne doğru getirilirken, üçüncü dünya savaşı senaryolarının yeniden öne çıkarılarak savunulmaya çalışıldığı bugünkü dünya konjonktüründe, savaş tehditleri yeniden hızla yükselmeye başlamıştır. Siyonizm kutsal topraklarda kendi devletini kurarken, Alman milliyetçiliğinin zaaflarından yararlanmasını bilmiştir. İkinci dünya savaşına giden yolda,Alman milliyetçiliğinin konumunu Rusya karşıtı bir çizgiye çekerek savaş çıkarmayı iyi bilen Siyonizm, bugün de son yüz yıllık zaman dilimi içinde Türk milliyetçiliğinin zaaflarını benzer biçimde Türk Birliğini oluşturma gibi bir ulusal misyona terk etmeden, kendi Siyonist politikaları doğrultusunda bunlarla oyun oynamayı bir marifetmiş gibi göstererek, olayları yeni bir savaş sürecine doğru sürüklemektedirler. Almanların zor durumuyla oynamasını bilen Siyonizm,geçen yüzyılda Almanlar ile Rusları karşı karşıya getirirken, Almanya ve Almanları zor bir dönemeçten geçmeye alet etmiştir. Bugün de aynı oyun bu kez gene Armageddon savaşı senaryoları aracılığı ile, gene Rusya ve Türkiye arasında cereyan edebilecek savaş senaryoları aracılığı ile gündeme getirilmektedir. Geçen yüzyıldan kalma bir sorun olarak Türk dünyasının bölünmüşlüğü ve dağınıklığı, bu yıl içinde alınan bir uluslararası toplantı kararı aracılığı ile Türk Devletleri Teşkilatı kurularak, Çin, Rusya ve Hindistan gibi Türklerin de büyük devlet yapılanmasına doğru yönlendirildiği bir aşamada bir Rusya-İran ve Türkiye savaşı çıkarılmamalıdır. Geçen dönemde Siyonizmin oyunu Rusya ile Almanya’yı savaştırarak ikinci dünya savaşına doğru dünyayı sürüklerken, aynı Siyonizmin benzeri bir savaş senaryosunu gerçekleştirme çizgisinde, Türkiye’nin Almanya’nın geçen yüzyılda yaptığı yanlışı yapmayarak, Alman devletini ve toplumunu çökertecek bir güce sahip olan Rus ordusu ile Türkiye devleti ya da ordusu yanlış bir hesaplaşma girişimine kalkışmamalı ve bu doğrultuda yeni bir kanlı senaryo ile hesaplaşma içine girmemelidirler. Başta Atatürk olmak üzere filler ile yatağa girilmeyeceğini iyi bilen Türk devletinin kurucuları, Türkiye’nin yoluna devam edebilmesi için Rusya ve İran gibi büyük devletlerle savaşmayı düşünmemelidirler.
Hazar devletinin dağılması üzerine merkezi coğrafyaya gelen Selçuklular, eski bir Hazar kolu olarak dünyanın ortalarını işgal etmeye başlamaları sonrasında, Orta Doğu bölgesindeki siyasal gelişmeler sürekli olarak savaş olgusunu öne çıkarmıştır.Türkler merkezi alana egemen olma doğrultusunda üç kıtada savaş seferlerine çıkarken, dünya barışı sürekli olarak bozulmuş ve dünya egemenliğine soyunan Selçuklular ile,daha sonraki aşamada dünya haritasında merkezi imparatorluk olarak Osmanlı devletinin bin yılı aşkın bir süre savaşlar ile uğraşmak zorunda kaldığı ve bu yüzden de kalıcı bir dünya düzeni kurarak, evrensel bir barış ortamını bir türlü gündeme getiremediği göze çarpmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı çizgilerinde merkezi coğrafya halkı bir büyük imparatorluğun çatısı altında yaşama şansını elde ederek, toplumsal barış ve kişisel güvenlik sorunlarını çözmeye çaba göstermişler ama, böylesine kutsal bir hedefi bölge jeopolitik yapısının kayganlığı yüzünden bir türlü gerçekleştirememişlerdir. Üç büyük kıta arasındaki bağlantı noktalarının bir arada ele alınmasıyla ortaya çıkan orta dünya alanının kalıcı bir barış düzenine sahip olamamasının arkasında, Asya, Avrupa ve Afrika gibi kıtalardaki yeni siyasal gelişmelerin dünyaya egemen olma doğrultusunda merkezi alan toprakları üzerinde etkili otorite merkezli yeni yapılanmalara yönelmeleri yüzünden sorunlar çıktığı ve bu yüzden de kalıcı bir barış düzenine bu topraklar üzerinde kavuşabilmenin neredeyse olanaksızlığı gibi bir görünüm, merkezi alan üzerinden kalkışılan hegemonya düzeni oluşturma çabalarının başarısız kalması gibi bir sonucu öne çıkarmaktadır. Merkeze gelen topluluklar kendilerinin merkezinde yer alacakları bir yeni düzeni diğer devletlere ve halk kitlelerine komşu olan topluluklara benimsetemedikleri gerçeği karşısında, geçmişteki gelişmelerin yeniden ele alınarak bölgesel düzeyde komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi doğrultusunda, kalıcı barış ve güvenlik oluşturma girişimlerinin daha üst düzeyde kurulabilmesi gerekmektedir. Ancak böylesine bir hedefe varabilmek için de yeni geliştirilmekte olacak çok yönlü uluslararası ilişkiler sürecinde, kalıcı ve güven verici girişimlerin geliştirilmesine gerek olduğu anlaşılmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde “Kavgam” isimli kitabın yazarı olarak Adolf Hitler’in Avusturya yaşamı, işsizlik ve açlık dönemi ile dolu geçen sefalet yılları Hitler’in sosyalizme yönelmesinin temelini oluşturmuştur. Avusturya yıllarında bir Yahudi ve zenginlik düşmanı olarak yetişen Hitler’in daha sonraki aşamada Almanya’ya gelerek Nasyonel Sosyalist partinin başına geçirilmesi ve yeni ülkesinde geleceğin önderi sıfatını kazanması, belirli bir program içinde hazırlanarak Siyonist merkezler tarafından yoğun eğitim programları ile Hitler’e aktarılıyordu. Sosyalist Hitler Alman milliyetçiliğinin başına geçince,Yahudi düşmanlığı gündeme getirilerek Nasyonel bir sosyalizm projesi öne çıkarılıyordu. Hitler’in Avusturya yıllarında biçimlenen milliyetçi ve Faşist karakteri daha sonraki aşamada Avusturya Yahudilerine düşmanlık çizgisinde belirginlik kazanmıştır. Hitler’de Avusturya deneylerinin sonucu olan olarak gelişen saldırgan bir kişiliğin belirginlik kazanması, Nazi ordularının Avusturya üzerinden bütün doğu Avrupa ülkelerine saldırarak, Siyonizmin istediği merkezi coğrafya savaşı çizgisinde bir ikinci cihan savaşının dünyanın ortasında meydana çıkmasına giden yolu açmıştır Siyonizm Hitler’in önderliğinde bir Nazizm hareketini Alman orduları üzerinden dünya kamuoyunun önüne çıkarırken, önce Atlantik ülkelerine karşı bir savaş senaryosu pompalanmıştır. Tarih boyunca birbirlerine karşı hiç düşman olmayan Almanlar ile Rusların son aşamada karşı karşıya gelmesi, Nazi ordularının Yahudi olmakla suçladığı bütün Doğu Avrupa ülkelerinin,tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmuş “12 Kabile“ suçlaması ile birlikte, topluca Yahudilik suçlamalarını ve bu doğrultuda Siyonizmin tırmandırılmasını hızlandırmıştır. Hitler’in Avusturya incelemeleri Siyonizm olgularını ve suçlamalarını son derece hızlandırırken, bu yönden çıkartılan karışıklık ortamının sağladığı çamur atma senaryolarının günümüzde Rus düşmanlığını körükleyerek savaş ortamını gündeme getirildiğini göstermektedir. Hazar imparatorluğu uzantısı olan çeşitli göç dalgalarının Asya topraklarından Avrupa topraklarına doğru yönelişi gündeme getirilirken, her doğu Avrupalı insanın geçmişi açısından hesap vermesini ve kişilik sorgulamasını Siyonizmin iktidarı açısından zorunluluk kazanıyordu. Her Doğu Avrupalı’nın Siyonistlikle suçlanması aslında Siyonizmin İsrail idealine hizmet ediyordu.
Hitler Viyana merkezli bir Siyonizmi Avusturya yıllarında yaşadıktan sonra tüm Doğu Avrupalı topluluklara düşman olunca, Nazi orduları önce Polonya ve daha sonra da diğer doğu Avrupa topraklarına girerek batı bölgesinin içinden çıkan bir hegamon güç olarak tüm doğu bölgesini işgale kalkışıyordu. Bu yüzden Napolyon gibi bir Moskova senaryosunu sonu hüsranla biten bir macerayı yaşamamak üzere, eski Hazar imparatorluğunun merkezi olan Hazar bölgesini hedef olarak seçerek, Kırım üzerinden Hazar’a ulaşacak bir köprü kurmanın arayışı içine giriyordu. Bu nedenle doğu Avrupa ülkelerini çiğneyerek doğuya açılıyordu. Ne var ki, aynı Hitler “doğuya doğru” savaş senaryosu içinde Balkan ülkelerini ele geçirerek daha sonraki aşamada da Hazar bölgesine sıçrama yapmayı denemek istiyordu.Ne var ki, o aşamada Hitler’in Hazar yolu üzerinde bir köprü olarak duran Türkiye’yi pas geçtiği ve Türk ülkesine dokunmayarak, savaşın Türkiye üzerinden Orta Doğu bölgesine sıçramasının önlenemeyeceğini de Hitler iyi biliyordu. İki bin yıllık süre içinde Avrupa topraklarında kurulamayan İsrail’in Orta Doğu bölgesinde kurulabilmesi için, Avrupa kıtasındaki savaşın Orta Doğu bölgesine gelmemesi gerekiyordu. Hitler bunu iyi bildiği için Yunanistan işgali sonrasında Türkiye’ye girmeyerek savaşı Avrupa kıtasından Hazar bölgesine taşımış ve böylece Orta Doğu bölgesinde İsrail’in devlet olarak örgütlenebilmesi için elverişli bir barış ortamını, Orta Doğu bölgesine yönelik olarak korumaya çaba gösterdiği o dönemin koşullarındaki Nazi politikaları içinde açıkça belli oluyordu. Bu durumda yeni İsrail’in üçüncü kez eski İsrail toprakları üzerinde kuruluşu yolunda, Siyonistlerle Naziler arasında bir işbirliği,dayanışma ve ortaklık aşamasına gidildiği söylenebilmektedir.
Dünya tarihinin gözler önüne serdiği gibi iki bin yıl önce Orta Doğu topraklarında kurulmuş olan İsrail devletinin üçüncü kez kutsal topraklarda kurulabilmesi için geliştirilen Siyonizm akımının temsilcileri, Nazilerle işbirliğine giderek ve karşılıklı ilişkiler geliştirerek anti ulus devlet politikalarını nasyonalizm görünümünde uygulayarak, gerçek amaçlarına ulaşabilmişlerdir. Hitler gibi nasyonalist bir önderin yetiştirilmesi Siyonizmi başarılı kılarken, daha sonraki aşamalarda dünyayı sürekli savaş, terör ve kargaşa gibi olumsuzluklarla karşı karşıya getirmiştir. Bugün gelinen son aşamada var olan sorunlar çerçevesinde, ikinci dünya savaşı öncesindeki Almanya’daki milliyetçilik olarak, Nasyonel Sosyalizm akımının iyi incelenmesi gerekmektedir. Halk kitlelerinin gereksinmeleri için geliştirilen bu siyasal hareketin nasıl bir anda Faşizme dönüştüğünün iyi incelenmesi ve bu çizgide provokasyonların önlenmesi,dünya barışı için bugün bilinmesi gereken önemli konular olarak ele alınmasında yarar vardır. Yüz yıl önceki koşullarda Almanya’nın milliyetçiliğe gibi yönelmesi bir durum, bugünün koşullarında Türkiye açısından önem kazanmaktadır. Alman devleti orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan tüm Alman asıllı toplulukları bir büyük Alman devleti kurarak, tıpkı Rusya ve Çin’de olduğu gibi büyük bir şemsiye ya da çatı altında toplamayı hedeflerken, aşırı milliyetçilik nedeniyle Avrupa kıtasında ikinci cihan savaşının yolunu açmışlardır. Yüz yıl sonra ise bugün, dün Sovyetler Birliği çatısı altında yaşayan bütün Türk ülkeleri ve topluluklarının bir araya gelerek, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi bir büyük Türk devleti arayışı, günümüzde hedefe doğru tırmandırılmaktadır. Almanlar aşırı milliyetçilikle savaşa ve bölünmeye doğru sürüklenirken, yüz yıl sonra benzeri bir olumsuz siyasal süreçte, Türkiye’yi giderek içine alacak üçüncü dünya savaşı benzeri bir kıyamet senaryosu yaratılarak, tıpkı Almanya gibi savaş koşullarında Türk devleti dağılma tehlikesi ile karşı karşıya getirilebilir. Türk Devletleri Teşkilatının kurulması ile birlikte, Türk milliyetçiliği bütün Türk dünyasını Rusya ve Çin gibi büyük bir bölgesel Türk devletinin çatısı altında toplanması için harekete geçilmesiyle, Türklerin yeniden birleşmeleri sağlanarak ve diğer ülkelerdeki Türk topluluklarının Türk devletlerinin birliği içinde bir araya gelmeleri, yeni dünya düzeni içinde bütünleşmiş bir Türk dünyası ile yer alınması, dünya dengelerinin yeniden tesisi için zorunlu görünmektedir. Dün Hitler yüzünden Almanya’nın yaptığı hatayı bugün Türkiye tekrarlayamaz. Türkçülük ve milliyetçilik çizgisinde yapılacak çalışmaların tamamen tersi bir çizgide, Rusya ve İran ile Türkiye’nin savaşması artık düşünülemez. Bugün Irak ve Suriye üzerinden geliştirilen savaş stratejilerinin bundan sonra İran ve Rusya’ya karşı dayatılmasına, Türkiye hiçbir biçimde aracı ya da alet olamaz.