George Gerbner’in, ‘Acımasız Dünya Sendromu’ teorisini ayrıntıları ile analiz etmek, günümüz toplumsal ve sosyolojik olaylara bakış açımızı renklendirecektir.
Acımasız Dünya Sendromuna göre, ”Şiddetle yoğrulmuş televizyon dünyasına aşırı biçimde maruz kalanlar dünyayı; güvenli olmayan, tehlikeli ve acımasız bir yer olarak algılamaktadırlar.
Gerbner’e göre, fazla televizyon izlemenin bir diğer sonucu, kişinin televizyonda gösterilen şiddetin normal olduğuna, herkesin bunu yaptığına ve sorunları çözmenin iyi bir yolu olduğuna inanmaya başlamasıdır.
Televizyonda sunulan gerçek dışı dünyaya aşırı biçimde maruz kalanlar, gerçek dünyadan koparak televizyonun kurguladığı dünyanın esiri olabilmektedirler. Şiddet veya suça ilişkin programlar, haberler, filmler, diziler aracılığıyla dünya dehşet verici bir ortam olarak algılanabilmektedir.
Medya, şiddeti ve suçu sıradan bir olgu gibi algılamamıza yol açabilmektedir. Medyada, parçalanmış cesetler, seri katiller, intihar vakalarına sıklıkla maruz kalan birey, medya aracılığıyla bu vakalara maruz kalmayan bireye oranla daha acımasız, korkusuz ve duyarsız hale de gelebilir.” (AÖF – Suç Sosyolojisi – sy 84)
”Gerbner, korku duygusunun artışına paralel biçimde bireylerin eve kapanıp daha fazla televizyon seyrettiklerini belirtmektedir. Daha fazla televizyon seyretme, kötümserliği artırabilmekte ve bireyi diğer bireylere karşı güvensiz hale getirebilmektedir.” (AÖF – Suç Sosyolojisi – sy 85)
Toplumun tüm kesimini etkileyen medya gücü maalesef, kısacası ‘kontrolsüz güç’, arkasına iktidarı aldığı müddetçe, adaletsiz ve tehlikeli bir durum yaratabilmektedir.
Bireylerin gerçek ile bağlantısını kopararak, şiddet, kin ve nefret duygularını arttırabilmekte ve toplumsal olaylara sebep olmaktadır.
Her gün trajik, vahşet, korkunç ve şiddet içerikli olaylar karşısında psikolojileri bozularak, bu tür olayları kabullenmek, toplumca duyarsızlaştırılmaya, yaşamları boyunca korku, kaygı ve paranoya ile yaşamak, sosyal ve toplumsal olaylara farklı bir gözle bakmalarına sebep olmaktadır.
Onlara göre yaşam, acımasız, vahşet ve korku dünyası olma mantığı ile herkes suçludur, kimseye ve hiçbir kuruma güvenmemek gerektiğini yaymaktadır.
Medyada alışık olduğumuz, çocuk istismarı, kadına şiddet ve cinayetleri vb. suçları ayrıntılı izlemek ve takip etmek bu tür olayları topluma alıştırmak ve kabullendirmek açısından olumsuz örnekler verilmektedir.
Halbuki medya, elbette bu tür olayları vermeli ama esas önemli olgu, çocuk ve kadınlarımızı bu şiddet sarmalından kurtulmaları için neler yapılabileceğinin magazinleştirmeden, eğitim yolu ile ele alınıp incelenmesidir.
Kadınlarımızın toplumsal güç ve konumunu arttırıcı, onların mücadele ve savaşçı kimliklerini ön plana alan yayınların çokluğu, aciz ve güçsüz kadın imajlarını ortadan kaldırmak açısından önemlidir.
Dış dünya suçlularla dolu olduğundan, karşımıza her an bir kötülük belirtisi çıkabilir ve zarar görebiliriz hissi, kişisel ve toplumsal ilişkileri bozarak içe kapanık ve asosyal bir kişilik oluşturabilir.
Algı yöntemleri ile yönetilmesi kolaylaşan ve toplumsal olaylara kör pencereden bakan insanlarımız, gücü elinde bulunduran siyasi iradenin oyunları sayesinde köleleştirilerek, akli, vicdani ve ahlaki değerlerden koparılmaktadır.
Acımasız Dünya Sendromuna kapılan kişilerde oluşan, güvensizlik, stres, kaygı, depresyon, sinirlilik ve stres durumları özgüvenlerini yitirerek toplumsal olaylardan kaçma ve yalnızlık hissine kapılma eğilimlerini arttırmaktadır.
İnsanlarımız, özgür düşünceleri yerine, ‘algı yöntemleri’ ile kendisine ulaştırılan kötü ve tehlikeli mesajlara alet olarak, sürü psikolojisine kurban edilmekte olduğunun farkında bile değildir.
Dizi, film ve birçok gündüz programlarında lüks, şatafatlı yaşam, tutarsız, dengesiz aile ilişkileri, kadın ve çocukların ekonomik, duygusal ve fiziksel olarak istismara ve şiddete uğraması üzerine kurgulanmış olmaları, bizlerin aile gelenek ve göreneklerimize zarar vererek, toplumsal yozlaşmaya sebep olmaktadır.
Yeni sivil anayasa sevdalıları, bu konuda kafa yoracaklarına, keşke televizyonlardaki sabah/öğlen kuşağı programlarındaki aile ve toplumsal düzeni aşağılayıcı ve küçük düşürücü programları RTÜK aracılığıyla denetleyebilseler, sorun zaten çözülür. Ama maalesef RTÜK, iktidar karşıtı kanallara ceza yazmaktan, bu tür kanalları nedense görememektedir.
Çocuk yaştaki çocuklarımızın okul ve eğitimden uzaklaştırılarak evlendirilip eve hapsetmek, sosyal ve toplumsal olgulardan yoksun bırakılmaları en büyük tehlikedir. Devletimiz, kamusal gücünü burada gösterip, bu gibi insan haklarına aykırı durumların önüne geçmek zorundadır.
Ne acıdır ki, aile arası şiddet dozu, okullarımızda çocuklarımız arasında da artarak devam etmektedir.
Diğer bir şiddet olayı da sağlık çalışanlarına karşı yapılan şiddet olayıdır. Gerekli yasal ve eğitici önlemler almadan bu tür olayların önüne geçmek zordur.
Şiddet unsurunun yoğun olduğu toplumlarda ayrıca, ‘insan olmayan insanların’, ‘hayvanlara’ karşı uyguladığı vahşet ve şiddetin arkasında öç alma olgusu vardır.
Toplumumuzdaki, ‘silah elde etme gücü ve isteğinin’ yoğun olması ayrı bir toplumsal ve sosyolojik vakadır. Her önüne gelenin özellikle adı ne olursa olsun silah alma eğiliminde olması, özendirici ve sonuçları itibariyle de çok sakıncalı durumlar yaratmaktadır.
Medya gücünü elinde tutan siyasi iktidar, çoğunlukla bu kontrolsüz gücü, sırf iktidarda kalabilmek uğruna tüm insani ve ahlaki değerleri de görmez gelmekte sakınca görmemektedir. Önlerindeki ‘kara bulut ve sis perdesi’ gerçekleri görmelerine sebep olmaktadır.
Çocuklara, kadınlara, yaşlılara, engellilere ve hayvanlara ve doğaya şiddeti kabullenmiş toplumların gelecekleri pek parlak olamaz.
Bu sebeple ‘çakma medyanın’ zehirli ışınlarından korunmak için, tüm bilgileri süzgeçten geçirerek akıl ve bilim dağarcığımızda sentezlememiz gerekmektedir.
***
Yıllar geçse bile, bazı olguların değişmediği bir gerçektir. 1960 – 1970’li yıllarda siyasi iktidarın, kendine bağımlı gazetelerin ve TRT televizyon kanalının algı yöntemleri ile günümüz medyasının benzerlikleri, yıllar geçse de değişmemektedir.
Eskilerin, ‘Batsın bu dünya’ kaderci arabesk anlayışından, ‘Acımasız Dünya Sendromu’na geçiş sürecinde pek de değişen bir şey olmadığı gerçeğidir.
İktidarda olan zihniyet, ‘tekelci’ yapı sayesinde, tüm alanları düzenleme ve baskı yöntemi ile kendine bağımlı bir düzen sağlamak peşindedir.
Dünya elbette arabesk tarzda batmasın ve de Acımasız Dünya Sendromunun tüm kötülüklerinden, akıl ve bilim yolu ile kurtulsun.
Sonuç olarak, George Gerbner’in tezini boşuna çıkartalım.
Güzel bir dünya için zaten başka da bir yol yok…
Yazımı, büyük ‘Halk Ozanı Aşık Veysel’in’ güzel bir sözü ile bitirmek istiyorum;
“Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı, ben babamı sen ustanı unutma / Yüzü güzel olana kırk günde doyarsın da / Gönlü güzel olana kırk yılda doyamazsın / İnan sana değil kastım / cahille sohbeti kestim / Dünyaya geldiğim anda yürüdüm aynı zamanda iki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece / Sanki bir pazar yeri dolaştım, demiş / Üç metre bez aldım, gidiyorum.”
***
Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…
Yüreğinize kaleminize sağlık sevgili yazarım …
Raji Kardeşim, teşekkürler…
Bizi biz yapan değerlerden kopmadan gidebilsek
Tüm dileğimiz zaten bu….
Elinize sağlık. İktidarlar sinmiş bir toplum yaratıp istedikleri gibi yönetmek istiyorlar ve bunda da maalesef başarılı oluyorlar. Kısaca haksızlıklara baş kaldırmayan toplumlar layık oldukları gibi yönetiliyorlar. Selamlar, saygılar…
İdris’ciğim, çok teşekkürler, sevgi ve saygılarımla…
Teşekkürler.
Mehmet Emin Abim, çok teşekkürler, saygılarımla…