Türkiye son yıllarda derinleşen bir ekonomik krizle boğuşuyor. Enflasyonun tırmanışı, işsizliğin kronikleşmesi ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumun geniş kesimlerini yoksulluğun pençesine itiyor. Market raflarına bakıp alamayan, faturalarını ödeyebilmek için borçlanan, çocuğunun okul masrafını karşılamak için ikinci bir iş arayan milyonların sessiz çığlığı, rakamların soğuk diline sıkışıp kalıyor.
TÜİK verilerine göre yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı artarken, asgari ücretle geçinmeye çalışan aileler “yeni yoksullar” sınıfına ekleniyor. Yeni yoksullar giderlerini ödeyemedikleri kredi yada kredi kartı borçları ile anca karşılayabiliyor.
Gıda enflasyonu %70’leri aşmış durumda; temel besin maddeleri lüks haline gelmiş, sıradan gıdalar bile lüks haline gelip ulaşılması günden güne zorlaşmaktadır.
Yıllık bazda artışlara bakınca yumurta ve ekmek te lüks tüketime girmiş görünüyor.
Ekmek: %90,
Yumurta: %110,
Kırmızı et: %85
DİSK’in raporlarına göre, asgari ücretli bir aile, açlık sınırının bile altında yaşamak zorunda kalıyor hane halkı açlığın ve fakirliğin pençesinde çırpınıyor adeta günden güne ölümü bekliyor.
Yoksulluk, en çok kadınları ve çocukları vuruyor. Eğitimden sağlığa erişim kısıtlanırken, çocuk işçiliği yeniden yükselişte. Kadınlar, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmaya mahkum ediliyor. Kayıt dışı ekonomi büyüdükçe, emek sömürüsü derinleşiyor.
Hükümetin faiz artırımları ve döviz kontrolleri gibi adımları, yapısal reformlar olmadan krizi durduramıyor. Vergi adaletsizliği, liyakatsiz atamalar ve üretim politikalarındaki eksiklikler, sorunu kronikleştiriyor. Yoksullukla mücadelede sosyal devlet mekanizmaları zayıflarken, hayır kurumlarına muhtaç bir toplum modeli tehlikeli şekilde normalleşiyor. Yandaşlara yapılan vergi afları, kaymaklı ihaleler ile zengin daha da zenginleşirken garibana bir kambur daha ekleniyor.
Yoksulluk, kaçınılmaz bir kader değil, politika tercihlerinin sonucudur. Türkiye’nin kaynakları ve genç nüfusu, doğru yönetildiğinde bu krizi aşabilir. Ancak bunun için “günü kurtarma” refleksi yerine, uzun vadeli, insan odaklı bir ekonomik model şart. Unutmayalım: Bir ülkenin gücü, en zayıf vatandaşının yaşam standartlarıyla ölçülür.
Görünen o ki mevcut yönetimin hayat pahalılığı, yaşam zorluğu umrunda değil Halktan kopmuş, vatandaşı unutmuş terörist başı ile iş tutmaktan halkın ne durumda olduğunu görmesi imkansız hale gelmiş.
Bu da bize gösterir ki e tepeden başlamayan bir değişim hiç bir işe yaramayacaktır.