Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı suikastından önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türkiye’de 16 yıldır iktidarını sürdüren Adalet ve Kalkınma Partisi üzerindeki baskılar oldukça fazlaydı ve özellikle Arap dünyasındaki bir grup siyasetçi ve kendini aydın kesim olarak nitelendirenler (özellikle AKP iktidarını ve onun başındaki liderini yıkma hayali kuranlar), Türkiye’de mevcut iktidarın sonunun geldiğini düşünüp ellerini okşamaya başlamışlardır.
Bu düşünceyi tetikleyen yaklaşık yüz yıl önce batılıların Osmanlı’yı yıkarak kadim imparatorluğun topraklarını müstebah kılmalarıdır.
Bunun yanında Rahip Brunson davası ve Trump’ın Türkiye üzerinde kurguladığı baskılar, bütün bu leşçi akbabaları ümitlendirmiştir.
Türkiye’nin bu kısa dönemde yaşadığı sosyoekonomik sıkışma ile eş zamanlı Rahip Brunson hadisesini, Suudi politikasını planlayanlarla Birleşik Arap Emirlikleri’ni yönetenler, çıkılmaz bir döngü gördükleri ve yanlış yorumlamış olmaları gerek. Aslında düşünceleri şuydu; nasıl olsa Türkiye Brunson’a bir ceza verecek, bu karar (ceza) Anakara – Washington arasında iplerin kopma noktasına getirecek, buna istinaden Türkiye, kendi topraklarında bulunan yabancı siyasi sığınmacıları koruyamayacak hale geleceği düşüncesine varmışlardır.
Suud ve AbuDhabi karar alıcılarının önündeki raporlarda hep şöyle yazıyordu; “Trump, Türkiye ve Erdoğan’ı rahat bırakmayacak, gerekirse Türkiye’ye ambargo uygulayacak, Türk ekonomisi çökecek, Türk Lirası zaten hızla değer kaybediyor, buna istinaden Erdoğan’a bir darbe de biz vuralım” diye önlerindeki raporlarda yazıyordu.
Unutulmaması gerekir ki, bu raporları hazırlatıp Körfez karar alıcıların gözünde parlatan birisi var, o da Trump’ın damadı ve Suudi Veliaht Muhammed Bin Selman’ın yakın dostu Jared Kushner’dir.
Ama Türk mahkemeleri bu planları hazırlayanlara tarihi bir tokat vurmuş durumda, Türkiye’de çokça tartışılsa da Rahip Brunson’u salıvermek bütün bu planları alt üst etmiştir. Böylelikle hem Trump’ın birincil konusu dolayısıyla bütün dünyanın meşgelesi oluverdi Kaşıkçı cinayeti.
Aynı zamanda bu planlayıcıların düşüncesinde Recep Tayyip Erdoğan’ın “dik kafalığından” geri dönmeyeceğini düşünmeleri… Ayrıca bu detayı haftalarca kendi medya kuruluşlarında işlemişlerdir.
Ama olayların cereyanı gösterdi ki; Türkiye’nin elinde bulunan bütün deliller ve bu delilleri zamanına ve uygunluğuna göre ortaya sürmesi, Türkiye tarafından bütün bu planlar çökertilmiştir. Dolaysıyla Suudi Arabistan yönetimi, etrafındaki destekçi ve ortaklarının kaçmasıyla birlikte sahada Kaşıkçı olayında gerçeklere karşı tek kalmıştır.
Aslında bu olayda Türkiye’nin başarısı, elinde bulunan bilgileri damla damla aktarmasıdır, öyle ki bütün bilgileri tek seferde ortaya koysaydı, Suudi yönetimi ve bölgesel & global ortakları bu bilgilere göre karşı senaryoyu oluşturup ortaya sunabilirlerdi.
Sızan bilgilere mantıklı ve inandırıcı yalanlar bulamadıklarından, her çıkan yeni delile en az üç ya da dört farklı senaryoyla karşılık vermek zorunda kalmışlardır.
Türkiye’nin bu akılla hareket etmesi, Kaşıkçı suikastından elde edilmesi planlanan bütün beklenti ve hedefleri suya düşürmüştür.
Bu hadiseden sonra Ortadoğu’da, en azından toplumlar nezdinde, Türkiye’ye saygı duyulmuş ve bütün üstünlükleri geri kazanmıştır. Önemli olan bu sürecin hukuki sonucunda Türkiye Ortadoğu’da hayal edemediği kadar siyasi güç kazanacak ve hesaplarında olmayan kazanımlar elde etme imkanı bulacaktır.
Akıllı hareket etmek her zaman faydalı!!!