Bayramlar; toplumlarda birliğin, beraberliğin ve yardımlaşmanın zirveye çıktığı günlerdir. Dini bayramlar insan denilen meçhul varlığın dualitesini ikame etme adına bedenen ve ruhen ruhsal dengesini ideal hale getirir.
Beden-ruh dengesi bireyin sadece uhrevi dünyasının değil aynı zamanda reel dünyasının da şekillendirmektedir. Bütün sistemlerin, dinlerin ideal insan modeli; bu dualitenin dengeli oluşuyla vücuda gelmektedir.
Eğer ruha ağırlığı verip bedeni yani manevi değerleri bırakıp maddi unsurlar yönelirse materyalist, pragmatist ve egoist bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Eğer reel dünyanın nimetlerini bırakıp uhrevi alana sadece yönelirse ruhçu – mistik bir kişilik olarak öne çıkar. Bu dengesizlik bireyin yaradılışıyla oluşan ahengi de bozmaktadır. Günümüz Türkiye’sinde yaşadığımız sosyal-siyasal hadiseler bu duruma örnektir.
Kurban Bayramı’nı da sosyoloji ve psikoloji boyutlarıyla maalesef değerlendirerek bu dualitenin bağıntısını nedense bir türlü analiz etmiyoruz. Kurban adından da anlaşılacağı üzere adanmaktır. Bu adanmayı bile yanlış algıladık ve yanlış algı üzerinde yanlış ideolojileri inşa ettik. Adanmak; kutsal addedilen değerler uğruna gözünü kırpmadan hedefe kilitlenmektir.
Nihal Atsız Hoca;
“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir…” demektedir.
Oysan bizler adanmayı ulvi değerlere değil o değerlere ulaşmada kullanılan basit araçlara o anlamı yükleyerek yeryüzü tanrılarına kapı araladık. Bu adanma bazen basit ilkel sloganlar bazen liderperestlik bazen basit entrikalara uhrevi anlamlar yükleme şeklinde mekanizmalara dönüştürdük ve ne hikmetse uydurduklarımızdan hikmetler arar olduk. Türk- İslam coğrafyası bu hastalıkların zirve yaptığı emperyal güçlerin adeta laboratuvarları olmuştur. Kullandığımız kavramlar, söylediğimiz sözler, takındığımız tavırlar soslanmış REM UYKUSU araçları olmuştur.
İsmail’in adanması bir şahsa, bir ikballe bir içi boş kavrama değildi. Dolayısıyla adanma şeklimiz, varlık olarak ve bilgi olarak yanlış temeller üzerine inşa edilmiştir. Dini yapılar, bu konuda en büyük vebalin sahibidir. Yeryüzü tanrılarına kapıları aralayan ve insanımızı Tanrı ile aldatan bir yapının öğreti merkezi olmuşlardır. Deist ve ateist akımlarının yükselişinde bu yapılar en büyük müsebbipleridir. Kimi mürşidine kimi materyaline kimi başka araca tapınarak uhrevi huzura ulaşmaya çalışıyor. Sonuçta yaşadığımız dünyayı kendimize cehennem yaparak birbirimizin kurdu haline geldik.
Kurban Bayramının ikinci önemli fonksiyonu da sosyal adalet hassasiyetini zirveye çıkarmaktır. Kurban Bayramının adanma fonksiyonu gibi sosyal adalet ilkesini de rezilce ve hoyratça kullanmaktan çekinmedik. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” ilkesini akrabaya, dosta ahbap-çavuşa hizmet noktasına indirgenen bir sosyal adalet anlayışını vücuda getirdik. Camilerdeki hutbelerden, diyanetin diğer faaliyetlerine kadar giden bir sürü öğreti saçmalığı aziz milletimizle yüce dinimiz arasına adeta duvardan kaleler örülerek dini asli fonksiyonundan uzaklaştırdı.
Evet, bu şartlarda asli fonksiyonun içi boşaltılmış, reklam aracına dönüştürülmüş, siyasi ikbal oyunlarına kurban edilmiş bir Kurban Bayramı’nı kutluyoruz. Fonksiyonel din anlayışından içi boşaltılmış ve siyasette meze edilmiş din anlayışı sürecinin tahribatlarını iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Bütün milli ve dini bayramlarımız gibi Kurban Bayramının da asli hüviyetine dönmesi dileği ile Başta aziz milletimiz olmak üzere mağdur ve mazlum Türk İslam dünyasının Kurban Bayramı’nı en içten dileklerimle kutlar, huzura barışa ve esenliğe vesile olmasını dilerim.