Tarım Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde tarımsal desteklemelerle ilgili iki açıklamada bulundu: Bunlardan birincisi, 2018 yılının başında ödenmesi gereken desteklerin 2019 yılının sonuna kadar peyderpey ödenmeye başlanacağı (öyle ki geçen seneye ait desteklemeleri sanki bu yıla aitmiş gibi bir müjde olarak kamuoyuna lanse ettiler), ikincisi de tarımdaki yeni destek modelinin duyurusuydu.
Bütün dünyada tarımsal desteklemelerin miktarı ve yöntemi dönemin başında belirlenerek çiftçiye verilir. Bunun sebebi, çiftçinin gerçek gücünü bilmesi ve ona göre kendisini planlayarak tarımsal faaliyetlerine başlamasıdır. Ayrıca tarımda gelişmiş ülkeler, 5-6 veya 7 yıllık dönemler halinde çiftçilerinin planlama yapmasını sağlar ve onlara lazım gelen desteklemeyi yaparlar.
Türkiye’nin de içinde yer aldığı İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OESD) üyesi 34 ülkenin, gayri safi milli hâsılalarından tarıma verdikleri desteğin ortalaması yüzde 1.4’tür. Türkiye’nin bireysel olarak yasalarında taahhüt ettiği miktar gayri safi mili hâsılasının yüzde 1’i iken ancak yüzde 0.5’ini veriyor. Demek ki 1.4’ün üzerinde yapanlar var ve bunlar da daha ziyade Avrupa Birliği ülkeleridir.
Avrupa Birliği’ne üye tüm ülkeler, genel bütçelerinden ülkesinin tarımına yeterli desteği yapmalarının yanında, birliğin tüm fonlarının yüzde ellisi yine birliğe üye ülkelerin tarımına harcanır. Ancak Türkiye’de ne hikmetse, zaten doğru dürüst bir destekleme yapılmazken, yapılacak olanda da dönem biter, aradan zaman geçer, ödenecek destek her ne ise değer kaybına uğradıktan sonra ancak çiftçinin eline geçer. Bu sene de öyle oldu; 2018’in desteği, bugünden itibaren 2019’un sonuna kadar ödenecek diyorlar ama ödenir mi orasını da yine Allah bilir.
Gelelim yeni destekleme modelimize: Biliyorsunuz eskiden, çiftçi dostu milletvekilleri bilgileri ve duyarlılıkları ölçüsünde yapacakları desteklemeyi Tarım ve Maliye bakanlıklarının bürokratlarıyla şekillendirir, mecliste tartışmaya açar, uzun süre mecliste tartışılır, meclis genel kurulundan geçtikten sonra da uygulamaya konurdu. Ama yeni rejimde, Tarım Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü’nde nasıl hazırlandığını pek bilemediğimiz bu paket, sadece Cumhurbaşkanına sunulacak, onun onayıyla da yürürlüğe girmiş olacak.
Eski desteklemeler ürün bazında ve üretimi teşvik etmeyi amaçlamaktaydı. Yeni model ise şayet onaylanırsa, puanlama sistemi getirilerek 4 kategoride planlanmış bulunmaktadır. Her 1 puan da 1 TL’ye karşılık gelmektedir.
Sera alanları için ise dekara 2 bin 500 lira verilecek. Seracılar da 1 Eylül-31 Aralık tarihleri arasında örtü altı çiftçi kayıt sistemine yazıldıklarında 2.500 lira, Ocak-Şubat döneminde yazıldıklarında ise 1.250 lira alabileceklerdir.
Bu puanlama şekli, 2001 yılında çıkartılan doğrudan gelir desteği ile benzerlikler göstermektedir. O zaman da çiftçi kayıt sistemine kaydolup, tapusunu veya kira sözleşmesini beyan eden herkes söz konusu araziyi işlesin veya işlemesin dekar başına o günkü parayla 16 milyon lira alıyordu. O haliyle tarımı desteklemenin yanlış olduğunu ısrarla yazdık, çizdik, hükümeti uyardık ve o uygulamadan vazgeçilerek ürün çeşidi ile üretim miktarı bazlı verilmeye başlandı.
Ayrıca; ekili ve dikili arazinin 5 dekarın üzerinde olmasının, üreticilere üretimin yapıldığı il ve ilçede ikametgâh zorunluluğu getirilmesinin, çiftçi kayıt sistemine ilk kez kaydolanların tarım danışmanları gözetiminde eğitime tabi tutulmalarının şart koşulması, çiftçilerimiz açısından ne kadar mümkün olabilir, bilemeyiz. Dolayısıyla üretimi teşvik amaçlı bir desteğin bu şekilde planlanmasının, tartışma götürür bir hal doğuracağı şimdiden bellidir.
Çiftçi, devletin belirlediği üretim miktarının üzerinde bir üretim yapıp da bunun karşılığını almayacaksa, neden daha çok üretmeye kalkışsın ki! Burası düşünülmemiş. Ya da üretime kota koymanın ve ürün çeşitliliğini azaltmanın bir başka biçimi olsa gerek bu; çaktırmadan üretimi, ürün çeşitliliğini ve ona yapılacak desteği düşürmek yani!
Bir kere İyi Tarım Uygulaması ile Organik Tarım Uygulaması, üreticinin organize olup bunları özel yöntemlerle ve kolektif yapmasını gerekli kılmaktadır. Her isteyen çiftçi, istediği yerde, istediği gibi bunları yapamaz. Ahmet ağanın iyi tarım ve organik tarım yapmak istemediği yerde, tarla komşusu Mehmet ağa istese dahi yapamaz ki!
Organik gübreyi hangi çiftçi kullanmak istemez! Lakin organik gübre; hem Türkiye’de ihtiyacı karşılayacak kadar üretilmiyor, hem de çiftçi tarafından satın alınamayacak kadar pahalı bir girdidir.
Sertifikalı tohum kullanımının destekleme kapsamına alınması ise hakikaten tarımımıza bir tür ihanettir. Zira tohumda dışa bağımlı olmamızdan ötürü, sertifikalı tohum kullanmakla yerli tohumlarımız yerine ithal tohuma bağımlılığımız daha çok artacak, bu da tarımımızı en başından itibaren baltalayacaktır.
Bunlar bizim stratejik ürünlerimizdir. Cumhuriyet tarihi boyunca Özal dönemine kadar tüm hükümetler bu stratejik ürünlerimizi ihraç etmek suretiyle Türkiye’yi var ettiler. İyi de peki pamuk, buğday, şeker pancarı, incir, Antep fıstığı, tütün, ayçiçeğinin de yer aldığı onca ürünün içinden, neden özel puanı sadece bu 4 ürüne veriyorlar ki?
Bütün bunlar olup bittikten sonra önümüzdeki dönem Türk tarımına yapılacak destek, topu topuna 12 milyar lira olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Hâlbuki daha yeni ödenmeye başlanan 2018 yılının desteği 16.1 milyar lira idi ve 2018’in başından bu yana tarımsal girdilerin tamamı yüzde yüzün üzerinde zamlandı.
Sırf bu açıdan bakıldığında dahi, Türk tarımına yapılan desteğin gün geçtikçe nasıl da azaltıldığını görmekteyiz. İçeriğine baktığımızda ülkenin entelektüel insanlarının dahi anlamakta güçlük çekebileceği bu destekleme modelini, çiftçinin anlaması ise hiç mümkün olmayacaktır.
Peki, bu desteklemelerin, mutlak yetersizliğinin yanında, kendisine ne zaman, ne şekilde verileceğini bilmeyen çiftçiden, verimli ve kaliteli bir üretim yapması beklenebilir mi?