Karayip korsanlarından, Somalili korsanlara…(I)

A+
A-

Korsan deyince aklımıza, bir gözü kapalı, eli kancalı ve kılıçlı, siyah bayrak içinde kuru kafatası armalı gemilerle romanlara ve filmlere konu olan, acımasız ve ölümüne savaşan insanlar gelir.

Karayip KorsanlarıBarbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), Vikingler, Kara Sakal, Kabasakal, Oruç Reis, Turgut Reis, Captain Blood, Korsanlar Kralı, Define Adası vb. ”korsan” isimlerinin konu edildiği film, hikaye ve romanlardan ilk akla gelenlerdir.

Tarihte ”korsan” kelimesinin anlamı, deniz taşıtlarına saldırarak değerli eşyaları alan kişilere ve deniz haydutlarına verilen isim olmuştur.

Tarihin ilk korsanı, Homeros’un Odessa Destanına konu olan Trakya ve Ege Denizi çevresinde korsanlık yapan ”Ulysea” diye bilinmektedir.

Korsanlık tarihinden kısa bilgiler; 15. ve 16. yy’da Tunus ve Cezayir gibi ülkelerde Barbaros Hayrettin Paşa ve arkadaşları, Hıristiyan gemilerinden yağmaladıkları değerli eşya ve kıymetli mücevherlerle zengin olmuşlardır.

Osmanlı Devleti’nde gemilerin üssü Cezayir olup, korsanlar genellikle bahriyelilerden oluşmuştur. Bahriyeli korsanların, devlet adına denizlerde yeni yerler ele geçirdikleri için ”denizin akıncıları” olarak anılmışlardır. Turgut Reis ve Barbaros Kardeşler, Osmanlı Devleti’nin en önemli kaptanları/korsanları olup, Barbaros Hayrettin Paşa’nın sayesinde, Akdeniz bir ”Türk Gölü” haline gelmiştir.

İspanyol ve Portekizli büyük ticaret gemileri, manevra kabiliyetleri hızlı olan korsan gemilerini yakalayamadıkları için soyulmuşlardır. Bu durumdan dolayı Karayiplerin küçük adalarında korsanlar giderek artmıştır.

İngiltere’nin en önemli korsanları (W. Captain Kidd, F. Drake, H. Morgan) devlet eliyle korunmuşlar, hatta İngiliz Krallığı için ”soygunluk” yapmışlardır.

17.ve 18. yy’da korsanların ”Altın Korsanlık Çağı” olarak adlandırılan dönemde korsanlık bir ”meslek” haline gelmiştir.

Nedense, son zamanlarda korsan kelimesini duyunca, aklıma Somalili korsanlar gelmektedir. Günümüzün modern korsanları, sürat tekneleri ve ağır silahlar kullanarak, sadece kıymetli eşyaları alarak, karşılık verilmemesi halinde, hiç kimseyi öldürmüyorlar.

Somali’de, 1991 tarihinden itibaren iç savaş neticesinde çeşitli eyaletlere bölünmüş ve halkın % 70’inden fazlası günde 2 dolardan daha düşük gelirlerle geçinmektedirler. Sanayi ve tarımın yeterli derecede olmaması, açlık, erken ölüm vb. sağlık sorunlarını üst seviyeye taşımıştır. Ülkenin sadece %2’si tarıma elverişli olup, bu alanın da çok az bir kısmında tarım yapılabilmektedir.

Somali, 3000 km’lik bir kıyı şeridine sahip olması sebebiyle, Orta Doğu petrollerinin en önemli transit geçiş yollarında bulunmaktadır. Ticaret gemilerinin yoğun şekilde kullanıldığı Aden Körfezi’nde, Somalili korsanlar tarafından yıllardır ticari gemilere soygun amaçlı saldırılar yapıldığı bir gerçektir. Somalili korsanlar, bu işi neden ”meslek” haline getirdiler. Bu konuda bilgi sahibi  olmak istedim ve araştırdım…

Somali’nin önemli bir gelir kaynağı balıkçılıktır. Ülkede yaşanan iç savaş ve karışıklıklar yüzünden, balıkçıların hakkını koruyacak herhangi bir kurum mevcut değildir. Emperyalist devletler, Somali kıyılarında hakları olmamasına rağmen, hukuka aykırı olarak ”trol avcılığı” sayesinde, tüm doğal dengeleri bozarak, kıyıları talan etmişlerdir.

Somali’de gerçek anlamda bir hükümet olmadığı için anarşi ve kaos ortamı hakimdir. Somali halkının büyük çoğunluğunun geçim uğruna bu korsanları desteklediği ayrı bir gerçektir.

Peter Lehr’in, Yeditepe Yayınevi’nden çıkan “Korsanlar” adlı kitabını okuduktan sonra, korsanlar konusunda merak ettiğim konuları öğrenmiş oldum.

“Ocak 1991’de Somali Devleti’nin çökmesiyle ne karada ne de denizde hukuki bir nizamı kaldı. Bu şartlar altında genç Somali balıkçılarının korsanlığa yönelmekten başka pek şansları yoktu.  

Örgütlenen Somali balıkçılarının yabancı gemileri ele geçirip mürettebatından fidye alarak balıkçılıktan çok daha fazla kazandıklarını fark etmeleri uzun sürmedi. Bu sebeple 90’ların sonlarına doğru kendi aralarında dayanışmak adına kurulan bu birlikler yavaş yavaş korsan çetelerine dönüştüler.”

Ülke birçok eyaletlere bölünmüş olup, müslümanlar ve kabileler arasındaki savaşlar devam etmektedir.

Yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklarının, batılı ülkelerce gasp edilerek ele geçirilmesi ile birlikte, tehlikeli ”nükleer atıkların” bu coğrafyaya kaçak bırakılması, balıkçılık ile birlikte turizmi olumsuz etkileyerek çevre felaketlerine sebep olmuştur.

Cumhuriyet Gazetesi’nin, 09.08.2009 tarihli ”Kim bu Somali Korsanları” yazısında Somali’nin, nasıl sömürüldüğü ve zarar gördüğü açık şekilde belirtilmektedir.

”Somali’deki Mangrove ormanları Batılı şirketlerin mobilya ve ağaç gereksinimi için yıllardır talan ediliyor. 2004 yılındaki Tsunami, çevreye yeni bir darbe vurdu. 300 kişi yaşamını yitirirken 18 bini aşkın ev tamamıyla yok oldu. Toprakları ve yeraltı suları tuzlandı. Ülke nüfusunun yüzde 65’i temiz sudan yoksun. Suların tekrar içilebilmesi için onlarca yıla ve yağmurlara gereksinim var. Biyolojik çeşitlilik ve denge bozuldu. Kıyılara bırakılan zehirli atık maddeler kirliliğe yol açtı.  

Ülkenin ileri gelen mafya lideri Francesco Fonti komisyona verdiği ifadede şunları itiraf eder: ‘İsviçre, İspanya, Almanya ve Fransa’nın nükleer atıklarını Somali açıklarında bir gemiyi batırarak sulara gömdük.’

Tsunami sonucunda Somali’nin kıyıları harap olmakla kalmamış, özellikle nükleer atıklar kıyılara saçılmıştır. Solunum yolu hastalıkları, mide kanamaları, deri dökülmeleri ve hastalıkları ve ani ölümler ortaya çıkmıştır.

Somali, birçok azgelişmiş ülkelerden biri olup, 80’li yılların başından beri sayısız atom santralları artıkları ve diğer zararlı atıklarla dolu gemiler boşaltma yapmış ve batırılmıştır. Bu atık maddeler arasında uranyum, cadmium, kurşun, işlenmiş gümüş bulunmaktadır.”

Aliağa’da, asbestli geminin parçalara ayrılmak üzere yola çıktığı ve tepkiler sonucu geri döndüğü, ayrıca güzel ülkemin bir çok sahiline bırakılan veya toprağa gömülen zehirli variller aklıma gelmektedir.

Somali, çevre bilincine sahip olmayan toplumların, çevre kirliliği ile doğal çevrenin nasıl talan edildiğinin en güzel örneğidir.

Somali, emperyalizmin bölüp, parçaladığı ve doğal çevreye zarar verdiği ülkelerin başında gelmektedir.

Güzel ülkemde rant kaynaklı, ‘İmar Afları’, ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuna uyulmadan, bilim dışı oluşturulan raporlarla yapılan HES (Hidroelektrik Santrali), JES ( Jeotermal Enerji Santrali), kömürle çalışan termik santrallerin, tüm doğal çevreye verdiği zarar kadar, bizlerin sağlığını da olumsuz etkilemektedir…

Çevremize ve doğaya sahip çıkabilirsek, geleceği de yaşanacak bir hale getirebiliriz…

Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

Clicky