İbn-i Rüşd (Endülüs/İspanya 1126-1198) felsefe, fıkıh (islam hukuku), şair, matematik, astronomi ve tıp ilmi ile uğraşmıştır. Eserlerinin sayısı 80 civarındadır.
İbn-i Rüşd, babası gibi kadı olarak yetişmiş bir rasyonalist felsefecidir. Önce kadılığa, ardından da başkadılığa atandı. On yıl sonra Marakeş’te saray hekimi olan filozof, bu arada öğretim çalışmalarını da sürdürdü. Zamanının en büyük doktorlarından biri olan İbn-i Rüşd, tıp sahasında 16 eser verdi. Tıp kitapları, yüzyıllarca Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu.
İbn-i Rüşd, Aristoteles ve Platon‘un düşünce sistemlerini 30 yıl boyunca araştırmış, İslam dini ile kaynaştırmaya çalışmıştır. Ona göre İslam’la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla hakikate erişebileceğini düşünmüştür. İbn-i Rüşd, felsefe-din arasında bir bütünlük olduğunu, bu ikisinin bir tek gerçeğin iki ayrı anlatım ve kavrayış biçimi sayılması gerektiğini ortaya koymasıyla tanındı. Ona göre din, bir bilimsel kuram olmayıp hukuksal ve ahlaksal yargılar düzenidir.
Onun toplum anlayışı, kaynağını Platon‘un ‘DEVLET’ adlı kitabında bulur. Devleti, yaşlılar ve bilge kişiler, filozoflar yönetmelidir. İnsan olmak bakımından kadın-erkek ayrılığı yoktur. İnsanlar, bir toplum içinde, birlikte, el ele ve yan yana yaşama mecburiyetindedir. İbn-i Rüşd, erkekler gibi kadınların da toplum ve devlet hizmetlerinde görev almaları gerektiğini savundu. Ona göre her birey, bütün toplumun mutluluğundan payını almalıdır.
İbn-i Rüşd, bütün varlık türlerinin en tepesinde bulunan yüce bir varlık olarak Tanrı’ya yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp ‘’Akıl İlkeleri’’ ile açıklanan varlıklardan yola çıkarak gidebileceğimizi belirtmiştir.
İbn-i Rüşd‘ün düşüncesi, bilime güveni öne çıkarmak bakımından büyük önem taşır. Bir şeyi bilmek demek, onun nedenlerini bilmek demektir. Bu da ancak akıl ile oluşur… Bilgi edinmede önce duyular, sonra Akıl rol oynar. Duyular bilgimizin ilk kaynağıdır, çünkü onlar sayesinde biçimleri cisimlerden soyutlarız. İnsan aklı sayesinde bir toplumda yaşayarak ahlaki değerlere ulaşır.
Dünyadaki her şeyin neden-sonuç ilişkisiyle anlaşılabilecek yapıda olduğunu dile getirir. Bu nedenle nedenselliği reddetmek, bilgiyi reddetmek anlamına gelir ki bu da aklı reddetmek demektir. Bir şeyi bilmek demek, onun nedenlerini bilmek anlamına gelir. Fizik, bilgi, mantık, ahlak, metafizik gibi din de bilimsel bir açıdan ele alınmalı, aklın sınırları içine giren konular aklın kurallarına göre açıklanmalı, yorumlanmalıdır. İbn-i Rüşd, astroloji, simya, büyü gibi alanları doğa bilimleri olarak kabul etmez. (SİMYA: Değersiz madenleri altına çevirme, ölümsüzlük iksirini bulma.)
Ona göre felsefenin yolu, kesin ölçülere göre düşünmek, alemi anlamaya, açıklamaya çalışmaktır. Mantık, doğru düşünmenin, insanı yanlıştan kurtarmanın, gerçek bilgiye ulaşmanın yollarını gösterir. Mantığın kuralları aklın kurallarıdır. Kesin bilginin elde edilmesinde, yanlıştan kurtulmada akıl yürütmenin temel ilke olduğunu ileri sürer.
Aristo’nun tesirinde kalan İbn-i Rüşd, her şeyin akıl ile anlaşılabileceğini ileri sürdü. Din bilgilerini kendi akıl ve görüşüne göre izah etmeye kalkıştı. Fikirleri, kısa zamanda yayılıp tehlikeli olmaya başladı. Dünyayı dolaşan Kristof Kolomb bile onun fikirlerinden etkilenmiştir. İslam aleminden daha çok Avrupa’da meşhur oldu.
Fikirlerinin İslam dininin esaslarına ters düşmesi, Müslümanlar arasında gerginlikler çıkardı. Tüm bunların yanı sıra, İbn-i Rüşd camilerden kovulmuş, kitapları imha edilmiş bir filozoftur. Halkın şikayetleri üzerine hükümdar onu hapse attı. Toplanan alimler, görüşlerinin çoğunun sapıklık, bir kısmının ise dinden çıkmaya sebep olduğuna karar verdiler. Daha sonra Sultan Mansur, onu affetti ve hapishaneden çıktı. Yaşamının son seneleri sıkıntılarla geçti, serveti elinden alındı, bir çok yere sürgün edildi.
İbn-i Rüşd’ün görüşüne göre bilgiyi sağlayan temel ilke akıldır. Bilimin evrensel boyutlarına akıl yoluyla varılabilecektir. İbn-i Rüşd, İslam dünyasından çok Batı dünyasını etkilemiş ve meşhur olmuştur. Hristiyan felsefesine, ”AKILCILIK” girerek Ortaçağ sona ermiş, Rönesans doğmuşken, yanı başındaki İbn-i Rüşd’ü farketmeyen ‘’İslam Coğrafyası’’ o zamandan beri bilimden uzaklaşmış olup, bu kötü farkındalık maalesef halen devam etmektedir.
Yunus Suresi 100. Ayette; ”Allah; pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.” denilmekle birlikte, İslam alemi bu ayeti görmezden gelmekte ısrar etmektedir.
”Nerede olursak olalım ilim ana yurdumuzdur, cehalet yabancı bir yer.” diyen İbn-i Rüşd, toplumun kuruluşunu, yapısını, temel kurallarını akılda ve aklın ilkelerinde aramıştır.
Ona göre, toplum bir AKIL varlığıdır!
Akılcılıktan uzaklaşan doğu-islam dünyası geri kalmaya mahkum olmuştur.
Bunun da kimlerin işine geldiği ortada …
Yüreğine sağlık yazarım.
Raji Kardesim…. teşekkürler. …
Sonunda maalesef Gazali yani nakilciler galip geldi.
Fevzi Kardeşim … bilim ve akıl…her daim galip gelecektir….
Akıl, eninde sonunda galip gelecektir!
Elinize sağlık, selamlar.
İdris Kardeşim… çok çok haklısın…. selamlar..
Çok teşekkür ediyorum Tansel bey;
Veysel Abim. … teşekkürler. ..
Tansel bey Muhteşem;Aklınla ve emeğin le bin yaşa paylaşım için teşekkür ederim.
Çok güzel bir yazı olmuş Tansel bey. Toplum olarak aklın yolunda kalmak dileklerimle.