İlk yüzyılda üniversite ve bilimsel gelişmeler

A+
A-

Benim Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır. (Mustafa Kemal Atatürk)

Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlu olsun. İlk 100 yıllık süreçte yapılan işleri ve gelişmeleri analiz etmekte yarar var. Yaşadığımız dünyada gelişmenin dinamosunun nitelikli eğitim, bilim ve araştırma ekseninde üniversitelerde yapıldığı bilinmektedir. Üniversitesi olmayan bilgi ve bilim üretemeyen hiçbir toplumun artık dünyada gelişmişlik ve refah içerisinde bir yaşama kavuşma şansı olmayacaktır. Bu bağlamda Cumhuriyetimizin ilk 100 yılında yükseköğretimimizin durumunu analiz etmek geleceğe ışık tutmak açısından son derece yararlı olacaktır.

Cumhuriyet, önceden üretimi tarım, siyasi yapısı ise padişahlık olan sistemde eğitim ve nitelikli insan yetiştirme organlarına sahip değildi. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde (1299-1922) medreseler ve benzeri kurumlar aracılığıyla dini eğitim verildi ve başta askeri alan olmak üzere bazı alanlarda pek çok zorluğa rağmen birçok insan yetiştirilmiştir. Ancak o dönemde Rönesansın kaçırılması nedeniyle temel bilimlerde gelişme sağlanamadı ve gene özgün bilimsel çalışmaların azlığı/yokluğu nedeniyle Batı’ya kıyasla geri kalındı. Cumhuriyetin Türkiye’de gerçekleştirdiği eğitim dönüşümünde Atatürk’ün öncü bir yeri vardır. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte kısa sürede eğitim birliği ekseninde ülkenin her yanında bilimsel eğitim verilmeye başlandı. 4 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla (eğitim birliği) ilk ve orta öğretimi devletleştirilerek Milli Eğitim Bakanlığı altında eğitim yaptırıldı. Bu sürçten sonra ülkenin her yerinde aynı nitelikte okullaşma hamleleri yaygınlaştırılmaya başlandı.

Türkiye Cumhuriyeti (1923-Günümüz) süreci ile Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, yaşananları ve sosyolojik yapıyı analiz ederek laik, modern bir eğitim sistemi oluşturma konusunda yüksek bir amaç ve hedef ortaya koymuştur. Başta ülkenin ihtiyacı olan tarım, sağlık ve teknolojik içerikle kurulan nitelikli eğitim ve araştırma kurumları, bilimsel çalışmaları destekleyerek bilgi üretimini teşvik etti.

Cumhuriyetin ilk 100 yılının başlarında Atatürk’ün uygarlaşma yolunda eğitime verdiği önem “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ifadesi ile başlamıştır. Ayrıca Atatürk der ki, “Dünyada her şey için yaşam için başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir fendir. Bilim ve Fen’in dışında yol gösterici aramak aymazlık bilgisizlik doğru yoldan çıkmışlıktır” (Atatürk, 1924; S.D. II ).

Cumhuriyetin ve Atatürk’ün Eğitim ve Bilimsel Gelişim Üzerindeki Rolü

Bu gelişmeler Osmanlı döneminde yapılamayan diğer bütün altyapıların, enstitü ve araştırma kuruluşlarının oluşumunu sağladı. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeterince öğretmen olmadığı için başta ordudaki Ali-Okulları ve köy yerlerinde okuma yazama bilenlerden yardım sağlandı. Kırsalda köy çocuklarına eğitim yanında el işi becerisi ve meslek kazandırmak için ülkenin her bölgesinde amaçlı ve programlarıyla dünyada öncü nitelikli Köy Enstitüleri eğitim modeli geliştirildi.

Köy Enstitüleri: Atatürk’ün eğitim reformlarının devamı olarak Türkiye’nin sosyolojik yapısına uygun olarak kırsalda ve tarımsal eksende Köy Enstitüleri eğitim yöntemi başlatıldı. 21 farklı coğrafyada 21 Enstitü kuruldu. Köy enstitüleri kırsal kesimdeki zeki çocuklara teorik ve uygulamalı modern eğitim vererek bilimsel bilincin yayılmasına katkı sağladı. Aynı zamanda sanatsal yönlerinin gelişmesi de sağlanmış oldu. Kısa sürede köylerde eğitim yanında tarım konusunda üretim artırıcı faaliyetler yürüten enstitü çıkışlı öğretmenlerin kurumu soğuk savaşa kurban edildi.

Kadın Eğitimi: Atatürk kadınlara seçme ve seçilme haklarının yanında eğitimlerine çok büyük önem vermiştir. Kadınların bilimsel eğitim almalarını önemsemiş, hayatın her alanında kadının yer almasını topluma benimsetmiştir. Atatürk’ün kadın eğitimine verdiği önemi şöyle ifade etmektedir; “Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamakların­dan geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkek­lerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır (Atatürk, S.D. II. S 85-86).

Yükseköğrenim Kurumlarının Kurulması: Mustafa Kemal Atatürk, lider olarak, Türkiye’nin modernleşmesini ve bilimsel gelişimini erkenden ön görüp üniversite ve teknolojik gelişmelerde dünyanın gerisinde kalmak bir yana, önüne geçmeyi hedeflemiştir. Bu konuda ihtiyaç duyulan alanlarda seçkin gençleri yurtdışına göndermiş, yurtdışından uzman ve hocalar çağırarak sistem ve mekanizmalar kurmaya çalışmıştır. Atatürk döneminde Türkiye’de birçok yeni yükseköğretim kurumu kuruldu. Böylece hem daha fazla öğrenci yükseköğrenim görebildi, hem de bilimsel çalışmalar artmış oldu.

Üniversitelerin Kurulması (Üniversite Reformu): Türkiye’nin yükseköğretim ve bilimsel gelişimi ve de sistematik üniversite anlayışı Cumhuriyet ile başlamış olup bu alanda Atatürk’ün çağdaşlaşma konusundaki öngörüsünün önemli bir rolü bulunmaktadır. Atatürk döneminde üniversiteler yeniden yapılandırıldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında çabaların önemli bir kısmı eğitime ayrıldı, Türkiye Cumhuriyeti 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanun’la İstanbul Darülfünunu’nun tüzel kişiliğini tanıdı.

Atatürk, 1930’de ülkenin tek üniversitesi olan o zaman ki adı İstanbul Darülfünunu’nun (İstanbul üniversitesin) ziyaret eder, öğrenciler ile birlikte oturur ve Cumhuriyetin yaptığı ve yapacağı yeniliklerini konuşur (Tunay, 1964). Darülfünun hocalarının başta harf devrimi olmak üzere Cumhuriyet fikrinin bile benimsenmediğini ve dünyadaki gelişmelerden uzak olduğunu görmesi üzerine İsviçreli Prof. Dr. Albert Malche’yi Türkiye’ye davet eder. Prof. Malche’nin 1932 yılında hazırladığı raporda, çoğu profesörün yalnız ders verdiğini, bilimsel araştırma yapmadığını, öğrencilere okutulan kaynakların tercüme olduğunu belirtir (Malche, 1932). Atatürk 1933 yılında Milli Eğitim Bakanı (Maarif Vekili) Dr. Reşit Galip’in ileri görüşlülüğünün yarımı ve çabaları ile Prof. Malche’nin raporuna dayanarak modern anlamda üniversite reformunu başlatır. Bu reform, yükseköğretimin bilimsel temellere dayalı ve çağdaş bir yapıya kavuşturulmasını amaçlıyordu. Bu çerçevede, 1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulur, daha sonra başta Alman bilim inşaları olmak üzere yabancı bilim insanlarının geldiği yükseköğretim kurumlarına tam özerklik tanındı ve öğretim dili olarak Türkçe benimsendi. Atatürk’ün eğitim alanında başlattığı reformları sayesinde üniversite ve yükseköğretimde tarihte görülmeyen yeni bir yaklaşımla modern üniversiteler uluslararası standartları yakalamaya başlamışlardır.

Alman Bilim insanlarının davet edilmesi ile İstanbul ve Ankara üniversiteleri özerk yönetim anlayışı ile kuruldular. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Türk Dil ve Türk Tarih Kurumları yükseköğretim alanında kurulmuş önemli sosyal bilimler araştırma kurumlardır. Yüksek Ziraat Enstitüleri, Tarımsal Araştırma Enstitüler benzer şekilde ülke tarımının gelişmesi için geliştirilmiş eğitim kuramlardır.

Zaman içinde, Türkiye Yükseköğretimi ve Üniversiteleri fiziki ve sayısal olarak büyümüş fakat nitelik olarak gerileme de yaşamışlardır. Ancak ne yazık ki soğuk savaş süreci ve devamında, ülkemizde yaşanan 4 askeri darbe sonrası, nitelikli bilim insanları sorumlu tutularak öncelikle üniversite özerkliği zayıflatılarak Üniversiteler adeta bir devlet dairesi durumuna getirilmişlerdir. 1980 askeri darbesi sonrası, alt yapısı oluşturulmadan, Türkiye’de her ile bir üniversite kurulması politikası ile bilginin araştırma ve tartışma ile üretildiği üniversiteler, tabiri caiz ise, bir okul pozisyonuna dönüştürülmüş oldu.

Bilim ve Teknoloji Politikaları: Türkiye, Cumhuriyeti ilk kuruluş yıllarında benimsediği toptan kalkınma amaçlı politikalarını ne yazık ki ilerletemedi. 2000’li yılların başında 2023 Vizyonu gibi stratejik belgeyi yayınladı. Ne yazık ki artan ekonomik sorunlar, iç siyasi belirsizlikler bütünlüklü bir bilim ve teknoloji politikasının gelişmesini ve sürdürülmesini engelledi.

Türkiye’nin bilimsel gelişim tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleri ve reformları büyük bir etki yaratmıştır. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak ülkenin birçok alanda modernleşmesini ve Batı standartlarına ulaşmasını hedeflemiştir. Bilim ve eğitim alanları da bu modernleşmenin merkezinde yer almıştır.

Cumhuriyetin bilim politikalarının devamı olarak 1963 yılında kurulan TÜBİTAK ve diğer bilimsel kuruluşlar bütünlüklü bir gelişmenin kazanımlarıdır. Başta temel bilim ve teknoloji alanında Araştırma Merkezlerinde araştırma yapmakta. Ayrıca fen ve mühendislik alanlarında projelere bütçe desteği sağlamaktadır.

Uluslararası Bilimsel İş birliği Politikası: Türkiye, uluslararası bilimsel işbirliğini arttırmak için başta Avrupa Birliği (AB) programları olmak üzere bir dizi anlaşma ve projeye katıldı. II. Dünya savaşı sonrası 1954 yılında Avrupa Ortak Araştırma Laboratuvarı (Nükleer Fizik ve Nükleer Kimya Araştırma Merkezi) (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire  (CERN) gibi ciddi temel bilim projesi başladı. Ülkemiz bilim insanlarında önemsediği bu nükleer ve uzay programına gerekli katkı ve önemi veremedi. Halen ülkemiz CERN’in kendi isteği ile kısmi üyelik statüsünde katılarak bilimsel birçok gelişmenin anlaşılmasından uzak kalmaktadır. Ancak Atlas ve CMS algılayıcısında ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, Ankara ve Çukurova üniversitesi mensuplarının görev alması gurur verici.

Türkiye bütün zorluklara rağmen birkaç sınırlı üniversitelerinde yetiştirdiği nitelikli insan gücünü beyin göçüne kaptırdı. Zaman zaman yurtdışındaki bilim insanlarını Türkiye’ye çekmeye yönelik çeşitli teşvikler sunmasına rağmen gerekli cazibeyi yaratamadığı için çok da başarılı olmadı. Bugün ülkemiz üniversiteleri dünya bilim ölçeğinde geriye düşmektedir. (Ortaş, 2022).

Günümüzde Üniversitelerin Durumu

Günümüzde 208 üniversite, yaklaşık 183 bin öğretim üye ve görevlisi, 8 milyona yakın öğrenci ile eğitim yapmaktadır. 1980’lerden itibaren Türkiye bilimsel araştırmalara katılım konusunda batıdaki üniversitelerde önemsenen nitelikli bilimsel araştırma ve yayın politikalarına yöneldi. Özellikle 2000’lerden itibaren bilimsel yayınlar ve araştırma projeleri arttı, ancak temel bilimlerdeki yetersizlikler ve ülkenin teknolojik yapısının gelişmemiş olması nedeniyle sanayiye yönelik bir araştırma alt yapısı ve mekanizması kuramadı. Türkiye dünya bilimsel yayın ve araştırma çıktısında %1’lik bir üretim katkısı ile dünyada ilk 20. sırada. Dünyanın 24 bin üniversitesi içinde ilk 500 nitelikli üniversite arasında kendisine halen yer bulamamıştır ama bunun yanında Türkiye’den yurtdışına giden bilim insanlarının başarıları da hep takdir toplamaktadır. Hatta ilk bilimsel Nobel Ödülümüz de ülkemizin ilk üniversitesi olan İstanbul üniversitesinde eğitim görüp yurtdışında araştırmalar yapmış olan Prof. Dr. Aziz Sancar hocamıza verilmiştir.

Sonuçta pek çok başarılı yoksul Anadolu çocuğu Cumhuriyetin sağladığı nitelikli ve eşitlikçi eğitim ve dikey büyüme ortamı/koşulları sayesinde eğitim ve araştırma yapma şansına ulaşmıştır. Devletin üst düzey yöneticilerinin tümü Cumhuriyetin imkânlarını değerlendirerek yetenekleri ve çabaları doğrultusunda yönetime gelmişlerdir. Bu bağlamda hepimiz bizlere sunulan bu imkânların bilincinde olmak ve korumak zorundayız. Ancak ben Cumhuriyetin kurumsal birikimli amaç ve hedeflerini gerçekleştirmede yeterince başarılı olmadığımız düşüncesindeyim. Bizler Cumhuriyetin akıl-bilimi ışığında çağdaş medeniyetler seviyesine geçmede yeterince sorumluluklarımızı yerine getiremedik. Ancak ülkenin geleceğe taşınmasında yük yine, Atatürk’ün belirttiği gibi, gençlerin ve eğitimlilerin omuzlarındadır,  bu görevi unutmamamız gerekir.

Cumhuriyetin ve Atatürk’ün Başarısı Akıl ve Bilime Dayanmaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşu ile rönesans ve sanayi devriminin etkilerini Türkiye’ye kazandırmak için öncülük eden Atatürk çoklu zekâsı ve bilgi birikimi yanında temel bilimsel tutum ve duruşu ile etkili olmuştur. Atatürk “Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum, benim manevi mirasım ilim ve akıldır, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar” diyerek (Giritli, 1980) bilime olan inancını vurgulamıştır.

Ne Yapılmalı?

Yeniden 1923-1940 yılları arasında uygulanan ve hemen hemen her alanda kalkınma ve uygarlaşma başarısı kazanmış ülkemizin yeninden fabrika ayarlarına dönmesi ve 2. yüzyılda daha yüksek bir enerji ile devam ettirilmesi gerekmektedir. Başta yetişkin, farkındalığı yüksek, çevresini ve doğasını bilen nitelikli insan kaynağı sağlamak için yeniden eğitim birliğini kamu eliyle sağlamamız gerekiyor. Yeniden eğitim birliği ile anaokulundan liseye kadar fen-okuryazarlık, okuduğunu anlayan, mantıksal kurguyu oluşturan, analitik düşünen pozitif bilim temelli bir eğitim ile nitelikli insan eğitiminin sağlanması kaçınılmazdır. Türkiye’nin belirlenmiş devlet katından benimsenmesi ve izlenmesi gerekli bir bilim politikası ve stratejisinin oluşturulması öncelikli olmalı. Çağın gerisinde kalmamak için bilim ve üniversite gerçeği en üste tutulmalı.

Yükseköğretimde Prof. Albert Malche’nin o dönemde ülkemize önerdiği ve Alman bilim insanları ile ülkemize kazandırdığımız özerk ve araştırmaya dayalı üniversite anlayışını ne yazık ki uzun zamandır geçek anlamda yürütemiyoruz. Nicelik olarak büyüdük, ancak nitelik olarak çok geriledik. Yeniden bilim ve üniversite hayatı özerk yapısı ile evrensel ölçekte motive edilerek bilim ve teknoloji üretmesi sağlanmalı. Hepsinden önemlisi, üniversitelerin nitelikli akademik kadrolar ve yönetimler ile yüksek nitelikli, 21 yy. yetkinlikleri kazanmış insan gücünü oluşturmaları sağlanmalıdır. TÜBİTAK’ın bütçesi ve olanakları çeşitlendirilerek stratejik projelere ortam hazırlamalı. TÜBA daha özerk bir yapıda ülkenin bilim, teknolojileri ve diğer sorunları konularında beyin fırtınası, öneri ve çözüm önerileri konusunda siyaset üstü çalışmalar yapmalıdır.

1960’lı yıllarda başlayan Devlet Planlama Teşkilatı yeniden kurulmalı ve uzmanlar öncülüğünde eğitim ve araştırma dâhil nitelikli hedefe yönelik planlamaya geçilmeli. Ülkenin yeniden bilimsel bir akademik araştırma çalışma düzeni sağlanmalı. İktisat kongresinde alınan kararlar gibi ülkenin kaynaklarına dayalı amaç ve hedefler konmuş programlar işlenmeli. Uzay çalışmalarına en üst düzeyde önem verilmeli. Tarım ve doğanın korunması ve sürdürülebilir ilkelere göre yürütülmesi için yeniden planlama ve programa dayalı gelişme sağlanmalıdır.

Türkiye’nin sahip olduğu hava, su, toprak, geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ve de güneşi gıda güvencesini sağlayacak yeterliliktedir. Yaşar Kemalin ifadesi ile “bu bereketli topraklar iyi insanların yetişmesine yol açacaktır”. Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılında bu toprakların insanları bunları başaracak nitelikli insan gücüne sahip olursa geleceği de önde götürecektir.

Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlu olsun. Gelecek yüzyıllar da daha da başarılı, insanlık için üreten, paylaşan ve insanın yaşamını anlamlı kılan işler yapılsın. Nice yüzyılların kutlanmasına.

  • 25-28 Ekim 2023, Adana

—————————–

Kaynakça:

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1923. cilt II, 2. baskı, Ankara, s. 85-86.

İsmet Giritli, 1980, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, s. 13.

Tarık Zafer Tunaya, 1994, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul sf. 163.

İlhan Başgöz ve Howard E. Wilson, 1968, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk, Ankara  sf. 179-180.

İbrahim Ortaş. 2022. Dünya ve Türkiye’de Üniversite Olgusuna Yaklaşımlar, Çukurova Üniversitesi Örneği. 280 s Anı Yayıncılık. Ankara

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.