30 Ağustos tarihi ne zaman aklıma gelse, ‘Zafer ve Destan’ kelimeleri bu tarihe özel bir anlam ve değer verir.
30 Ağustos Zafer Bayramı ve Cumhuriyetimizi daha iyi anlayabilmek için Turgut Özakman’ın tüm kitaplarını okumamız ve okutmamız gerekir.
Turgut Özakman’ın, kütüphanemizde bulunması gerekli başlıca kitapları;
19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun’da, Şu Çılgın Türkler, Diriliş – Çanakkale 1915, Cumhuriyet – Türk Mucizesi, Cumhuriyet – Türk Mucizesi 2, Çılgın Türkler – Kıbrıs, Dr. Rıza Nur Dosyası, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele.
Turgut Özakman, 1948 yılında Milli Mücadelenin geçtiği anları yaşamak ve hissetmek amacıyla, 18 yaşında 10 arkadaşı ile birlikte Polatlı/Ankara’dan, Dumlupınar – Zafer Tepe/Kütahya’ya doğru yola koyulurlar.
En büyük amaçları, Sakarya siperlerinden aldıkları toprağı, Zafer Tepe’deki anıtın toprağına koymak ve o kutsal duyguyu yaşamak.
Ne güzel devrimci bir eylem…
19 Ağustos 1948 tarihinde, Ankara’dan tren ile Polatlı’ya gidip, oradan da Zafer Tepe’ye 10 arkadaş, 10 gün boyunca yayan yürüyerek gitmeleri çok anlamlıdır.
Yol güzergahını şöyle gerçekleştirdiler; Polatlı, Beylikköprü, Acıkır, Mülk köyü, Sivrihisar, Çifteler, Seyitgazi, Türkmen ormanı, Alayunt, Kütahya, Altıntaş, Çal köyü, Zafer Tepe – Zafer Abidesi.
Turgut Özakman’ın, ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabının önsöz kısmındaki şu cümlesi beni çok etkiledi;
‘’Zafer Tepe’ye 29 Ağustos gecesi vardık, toprakta uyuduk.
Geçtiğimiz yerler, savaşların olduğu, Yunan işgali görmüş, işgal ve zafer günlerini yaşamış yerlerdi. Savaşa katılmış, tanık olmuş insanlarımız sağdı. Onları dinleye dinleye yürüdük.’’
O topraklar şehit kanına doymuş kutsallığı ifade eder.
Bizler de, ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Bursa Şubesi olarak, 26 Ağustos sabahını yaşayabilmek ve saygı duruşunda bulunmak üzere birçok kez Kocatepe/Afyon’a gittik.
Her gidişimizde, emperyalizme verilen bağımsızlık mücadelesinin duygu yoğunluğunu yaşayabilmek ve hissedebilmek her şeye bedeldi.
Yıllar önce, Turgut Özakman’a ait izlediğim bir videoda, onun bir radyo kanalında yaptığı programdaki anlattıklarını dinlerken kederlendim ve o günleri hayal edip, resmen yaşadım.
Turgut Özakman;
“1947 yılında bir arkadaşımız dedi ki, ‘Yunanlılar’ın en çok ilerlediği Polatlı’ya kadar ordan yürüyerek bu savaşın cereyan ettiği yerleri gezelim, yürüyelim, dolaşalım, bakalım insanlar sağ, onlardan anı toplayalım, var mısınız?’ dedi. Biz 10 arkadaş, evet dedik.
İşte, 1948 yılı 20 Ağustos’unda Ankara’dan Polatlı’ya trenle gittik, Polatlı’da indik. Kartaltepe’nin eteğinde henüz daha siperler duruyordu yani. Doğa ve vefasızlığımız o siperleri henüz silmemişti.
Orada duamızı ettik şehitlerimize, yola çıktık. Onuncu gün, 29 Ağustos gecesi, Dumlupınar Abidesi’ne ulaştık Afyon’da. Başımızı o taşa koyup uyuduk. Şimdi, yolda işte o dönemi yaşamış tanıklarla konuştuk. Kimi bu savaşlara katılmış, kimi sadece tanık olmuş, kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar. Benim, o tarihte başlar anı toplamam. Yaşayanlardan anı topladım. Eski dergileri, kitapları topladım, haritalar topladım, fotoğraflar topladım.
İşte savaş alanlarını dolaştım. Ne bileyim, Polatlı’da Yıldıztepe’ye çıkıyorsunuz, daha siperlerin izleri duruyor, elinizi toprağa daldırırsanız avucunuza şarapnel parçaları geliyor. Onları da topladım, tüfek parçaları, neler…
Oradaki bir Anadolu annesinin sözünü de aktarmadan geçmeyeyim. Dedi ki: ‘Biz işte böyle yana kavrula ordumuzun taarruza geçip bizi kurtarmasını bekliyorduk. Sonra bir gün, (gösterdi) şu çeşmenin ardından, başı kalpaklı süvariler rüzgar gibi geçip gittiler, anladım bizimkilerdi. Köye dedi, çığlığı bastım: Kemal’in Askerleri!’
Bu Kemal’in Askerleri deyimi benim içimi titretmişti o zaman. Yani çok halktan bir insan, Gazi’nin demiyor, Başkomutan’ın demiyor, Paşa’nın demiyor, Kemal diyor. Canından birinden bahseder gibi.
O zamanlar şunu gördüm: Bu bir avuç Anadolu insanı, emperyalizme karşı, dünyayı dize getirmiş emperyalizme karşı, belki bilinçsiz bir tepki gibi, belki çok derinden gelen bir içgüdüyle karşı durmaya başladı.
Benim kuşağım Milli Mücadele’yi iyi bilen bir kuşak. Çünkü Milli Mücadele’yi yapanlar henüz sağ dı. Toprak daha barut kokuyordu. Ben İstanbullu, Bakırköylüyüm. Bakırköy’ün işgalini yaşamış bir ailenin çocuğuyum.
Onlar da işgal dönemini anlatıyorlardı. Biz bunları öğrenerek geldik. Sonra mesela, benim ilkokuldaki hocalarımdan biri Milli Mücadele’ye gidip silahıyla katılmış bir Gazi’ydi. Bunlar, Kuvâ-yı Millîye ruhu nedir, nasıl ölüyorduk dirildik, uçuruma gidiyorduk geri döndük. Bunu bize çok güzel anlattılar.”
Güzel ülkemin, emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşı, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in ve silah arkadaşları ile birlikte 30 Ağustos 1922’de, Başkomutanlık Meydan Muharebesi (Dumlupınar Meydan Muharebesi) sayesinde ‘İstiklal Savaşımız’ zaferle sonuçlandı.
Mehmetçiğimin üzerinde ne doğru dürüst bir kıyafeti, ne teçhizatı ne de yiyebileceği yemeği vardı… Koskoca yüreğinin içi ‘Bağımsızlık’ ve ‘Vatan Sevgisi’ ile doluydu…
Milli Kurtuluş Savaşımızın her aşaması vatanseverlik ve kahramanlık destanlarıyla dolu olup, 30 Ağustos Zaferi’ni ayrım gözetmeksizin birlik ve beraberlik içerisinde coşku ile kutlamalıyız.
Bu zafer tüm dünyaya, ‘Türk Milleti Bağımsızdır ve Bağımsız Kalacaktır.’ temasının vurgulandığı özel ve kutsal bir gündür.
‘’Sonra bir gün, (gösterdi) şu çeşmenin ardından, başı kalpaklı süvariler rüzgar gibi geçip gittiler, anladım bizimkilerdi. Köye dedi çığlığı bastım: Kemal’in Askerleri!’’
Ne mutlu bizlere ki, Anadolu insanımın gururla söylediği, Kemal’in Askerleri! sözüne karşın bizler de ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!’ deyimini her daim haykıracağız.
30 Ağustos Zafer Bayramımızın 101. Yıldönümü Kutlu Olsun…
Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…
Elinize, yüreğinize sağlık. Ne güzel anlatmışsınız. Çok duygulandım. Bütün şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun. Selamlar, saygılar…
İdris’çiğim, çok teşekkürler….
Güzel bir yazı, bilgilendirme için de teşekkürler.
Selma Hocam, çok teşekkürler….
Süleyman Kardeşim, selam olsun..