Türk milletinin vatanını, bayrağını ve inancını elinden alamazsınız ama çok kolay kandırıp parasını cebe indirebilirsiniz.
Kanunlarımıza dolandırıcılık, Türk Ceza Kanunu’nun 157. maddesine göre, “hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan bir kişi dolandırıcılık suçunu işlemiş olur ve bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezasına çarptırılabilir” deniyor.
Vatandaşları dolandırma konusunda Türkiye efsanelerle dolu bir ülke.
Öyle efsaneler var ki, örneğin; Eyüplü Halit…
Eyüplü Halit, 1935 yılında cezaevindeyken İtalyan bir kasa hırsızıyla tanışır ve İtalya’nın başında Mussolini vardır. Dolandırıcı Eyüplü Halit kendisi gibi mahkum olan İtalyan’ı kullanarak Mussolini’ye hitaben, “Sayın Mussolini, ben sizi çok seven, fikirlerinizi çok takdir eden bir Türk’üm. Antalya’nın sizin hakkınız olduğunu savunduğum için hapis yatıyorum. Yardımınıza muhtacım” diyerek bir mektup yazar. Mektup yerine ulaştıktan bir iki ay sonra İtalyan başkonsolosu, Eyüplü Halit’i cezaevinde ziyaret eder ve ciddi nakdi yardımda bulunur.
İyi mi?
Bir başka efsane dolandırıcı Sülün Osman…
Adam İstanbul’da Galata Kulesi ve Beyazıt Meydanı’nı tüccarlara satmış ve filmlere konu olmuştur.
Mesela Selçuk Parsadan, 1995 yılında dönemin başbakanı Tansu Çiller’i emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet Öztorun’un adını kullanarak dolandırmıştı.
Kamudan haksız menfaat, sosyal mühendislik ve senaryo, kapıdan satış, sözde fırsat yatırımı, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) dolandırılması, evlendirme veya evlenme yoluyla dolandırıcılık, satış işlemlerinde dolandırıcılık (çek, senet ve değerli kağıt) ile dolandırıcılık, ön ödeme ile dolandırıcılık, büyü ve muska ile dolandırıcılık, kendisine ait olmayan yeri veya malı satma ve kiralama yoluyla dolandırma, kimlik ve kredi kartı dolandırıcılığı, sigorta ve para toplama dolandırıcılığı ilk akla gelen yöntemlerdir.
Geçmişte dolandırıcılar suçlarını bireysel olarak işlerdi ve dolandırdıkları ya aç gözlü, zengin ve kısa yoldan para kazanmak isteyen kendini kurnaz sanan kerizlerdi.
Devran değişti; 1980’li yıllarda bireysel dolandırıcılık yapanların yerine kurumsal dolandırıcı bankerler geldi. Yüksek faiz vaadiyle o dönem Türkiye bütçesi kadar parayı piyasadan çekerek insanları dolandırdılar.
1990’lı yıllar dijital çağın başlangıcıydı. Hep birlikte internete hücum ederken önce bedava sohbet odalarında manita peşine düştük, baktılar ki zaaf büyük, bu sohbet odaları ve evlendirme siteleri paralı hale getirildi ve binlerce insan ‘bayanla görüşüyorum’ diye dolandırıldı.
2000’li yıllar internette hackerlerin yıllarıydı. Bilgisayar korsanları tarafından milyonlarca insanın hesabı boşaltıldı. Bankalar önlem alınca bu sefer sanal satışlar gündeme geldi.
Bu konuda en güzel örnek Çiftlik Bank skandalı. Tescilli dolandırıcılar Sülün Osman, Titan Kenan ve Jet Fadıl’ı geride bırakarak patladı ve yaklaşık 80 bin kişi, 27 yaşında bir genç tarafından internet üzerinden 500 milyon TL dolandırıldı.
İyi mi?
Şimdi Çiftlik Bank CEO’su Uruguay’da bir birinden güzel hatunlarla lüks yaşam içinde fotoğraf çektirip, sosyal medyasından paylaşarak adeta dalga geçiyor.
Son dolandırıcılık ise kripto para borsası konusunda oldu ama rakam gerçekten çok büyük. Henüz net olmamakla beraber yaklaşık 400 bin kişiye ait en az 2 milyar dolar para Thodex’in kurucusu Faruk Fatih Özer tarafından yurt dışına kaçırıldı, tabi kendisi de elini kolunu sallaya sallaya yurt dışına kaçtı.
Tüm bu örnekler hep terlemeden kazanmak için yaş tahtaya basmaktan başka bir şey değil. Hala akıllanmıyoruz, elde avuçta ne varsa hiç tanımadığımız varlığı sanal olanlara veriyoruz.
Hâsılı kelam aç gözlüyüz ve çalışmadan kazanmak kolayımıza geliyor ama kerizliği kimseye kaptırmıyoruz.
İşte size Nasrettin Hoca’dan ders niteliğinde fıkra;
Hoca Nasrettin komşusundan bir gün kazan ödünç ister. İade ederken de hem teşekkür eder, hem de içine küçük bir kazan koyar. Komşusu merakla bu küçük kazanı sorunca da,
-Komşu, bizdeyken kazanın doğurdu, der. Komşusu bu işe pek sevinir. Aradan epey zaman geçer, Hoca yine komşusundan kazanı ödünç ister. Komşusu da sevinerek verir. Ama bu kez aradan günler, haftalar geçer, Hoca’dan ses çıkmaz.
Nihayet bir gün komşusu konuyu açmaya karar verir:
-Hoca, bizim kazan ne oldu? diye sorar. Hoca da üzgün bir ifadeyle:
-Komşu çok zaman geçti aradan, senin kazan öldü. Sana nasıl söyleyeceğimi düşünüp duruyordum, der.
Sinirlenen komşusu:
-Hocam ne diyorsunuz? Hiç kazan ölür mü? Kazan canlı mı ki ölsün?
Hoca:
-Doğurduğuna inanıyorsun da ölünce neden feryat ediyorsun, der komşusuna.
Ne demiş büyüklerimiz;
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul az.