Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
İnsanlık bir yandan yaşam biçimini değiştirme, diğer yandan yaşam standartlarını yükseltme adına doğal seleksiyonda olduğu gibi sosyal seleksiyonla adeta birbirinin kurdu haline gelmiştir. Canavar kapitalizmde bu süreçte bütün acımasızlığıyla işin tuzu biberi oldu. Geldiğimiz noktada “takke düştü, kel göründü.” İnsanoğlunun; bu canavar, yıkıcı, yok edici zihniyetle yol alamayacağı aksine kendini kemirerek yok eden bir ura dönüştüğünü bütün çıplaklığıyla görmüş oldu.
İnsanlık yeni bir yol ayırımına geldi…
Sermayenin serbest dolaşımı adına müsebbiplerinin kazanma iştahı bütün değerleri acımasız bir şekilde yerle yeksan etti. Birbirinin kurduna dönüşen toplumlar, onları sevk ve idare eden bir avuç marazi tipler yaşadığımız gezegeni yaşanamaz hale getirerek cehenneme çevirdiler.
İnsanoğlunu bu sürece getiren temel faktörleri bir tek gerekçeyle açıklamak sosyal bilimler açısından pek mümkün değildir. Küreselleşme bir furya olduğu kadar bilim ve teknolojinin geldiği nokta itibariyle bir sonuçtur. Dünyayı küçük bir köye dönüştüren bu sonuçlar üzerinde başta milli devletler olmak üzere toplumların yerelde bazı balans ayarlarıyla bu süreci belki ehlileştirme gibi güç ve kabiliyetlerini öne çıkarabilirler.
Ülkelerin sınırından sadece sermaye girmiyor, aynı zamanda o sermayenin yerelde kurduğu baskı sonucu yönetim biçimleri ve saikleri de sermayenin süreç içinde birer parçasına dönüşüyorlar. Ülkelerin yönetim kadrolarında büyük çoğunlukla bu devasa evrensel şirketlerin sözcüsü gibi çalışan liderler toplumların iradesini de algı operasyonlarıyla şekillendirerek milli ve yerli sermayeye hayat hakkını da tanımamaktadırlar.
Küreselleşme furyası geri kalmış toplumları, en çok doğu toplumlarını ve özelde Türk- İslam dünyasını kökten sarsmaktadır.
Koronavirüs felaketi birçok toplumun yeniden dünyayı okumasını sağlayacaktır ve sağlamalıdır da.
İnsanoğlu üretim ve bölüşümün adil dağılımı konusunda asırlarca savaşarak can vermiş, kan vermiştir. Nitekim ütopyaların ortaya çıkış gerekçesi de ideal bir toplum tasarımından başka bir şey değildir. Thomas More’nin Ütoptyası, Farabi’nin Medinetül Fazıla, Tommasso Campanella – Güneş Ülkesi ve daha nice ütopyalar hep ideal toplum için verilmiş mücadelenin eserleridir…
Bütün çatışmalar ideal toplum adına birilerinin bazen din, bazen farklı ideolojileri insanlığa dikte ettirmesiyle felaketler yaşanmıştır. Bu felaketlere pandemi gibi afetler de eklenince bugün yaşadıklarımızla yüzleşmek zorunda kalmışız hep.
Ülkemize gelince; insanlık; şeffaflığa, katılımcılığa ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere doğru yol alırken, biz maalesef skolastik çağın özlemleriyle modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarını işlemez hale getirdik. Küresel furyanın dünyayı tasarlama oyunlarının baş aktörlüğü ile sadece ülkemizi değil, koca İslam dünyasının kan – barut coğrafyasına dönmesine önayak olduk.
Hukuk ve keyfilik birbiriyle uyuşmayan ateşle barut gibidir. Bu süreçte ülkemizde keyfiliğin zirve yapmış olması milletimiz adına daha da kaygılanmamıza sebep olmaktadır. İnsanlığın dijital çağ yaşadığı bir süreçte monokrasiyle yüzleşmek ve onun en ideal sistem olduğu teranelerini duymak, bizim nesil içinde en büyük şansızlıktır. Tarih bu süreci bize dayatanları, onlara tapınakçı edasıyla sorgulamadan destek verenleri ve onların mobilize olmuş mankurtlarını mutlaka sorgulayacaktır.